Zamanı suçlamak çok kolay. Kabuğa bakmadan düşündüğümüzde zamanın değiştirdiği hiçbir şey yok aslında. Firavunlar, Nemrutlar gitti, onların koltuklarına Trumplar, Putinler, Nitenyahular oturdu. Abdullah b. Übey gibi münafıklar gitti onların yerine Beşar esad ve diğer bazı arap kralları geçti. Belki elbiseler, araçlar, yollar, teknolojiler değişti ama özde hiçbir şey değişmedi. Hep iyilerle kötüler mücadele ettiler. Hak ve batıl yolcuları, kendilerine yakışanı yaptılar.

Çok ilginç değil mi? Herkese verilen belli bir ömür var. Yüz yıldan fazla yaşayan neredeyse yok gibi. Onun da bir kısmı çocukluk, bir kısmı ihtiyarlıktan ibaret. Geriye kırk-elli yıl gibi bir süre kalıyor. İşte bu süreyi hak yolunda geçirebilenler, emaneti korumuş ve huzura tertemiz çıkmış oluyorlar, bunu beceremeyenler ise adeta mundar muamelesi görüyorlar.

O kadar da kolay değil tabi. Emaneti korumak deyince aklınıza bıçaklı saldırıdan, bombalardan, hırsızlıklardan, depremlerden, yangınlardan, kavgalardan, hapishanelerden kurtulmak gelmesin. Bunları zaten otomatik olarak yapıyorsun. Önemli olan emanet edilen bedeni, kötülüklerden ve günahlardan korumak. Özellikle "bedeni" ifadesini kullandım çünkü sadece düşüncede kalan ve bedenen uygulanmayan kötülükler, Müslümana sevap kazandırır.

Mal, mülk, makam, yaşam mücadelesi gibi bahaneler, insanlara her türlü günahı işletiyor. Halbuki insanoğlunun bu dünyada elde edeceği ve sahipleneceği hiçbir şey yok. Kendine ait olduğunu ve kazandığını düşündüğü her şey, bir yalandan ibaret. Tapular, ruhsatlar, çekler, senetler, kartlar, anahtarlar, koltuklar, eşyalar ve diğerleri saniyeler içerisinde başkalarının eline geçiyor. Ölüm geldiği anda, kefenden başka bir şey kalmıyor. O da bedenle birlikte çürüyor. Sonsuz hayata geçiş yapan sadece ruh kalıyor. Ruhun rahat yaşaması, bu dünyadan götürdüğü iyiliklere bağlı. Ne kadar az günah işlediyse, o kadar iyi muamele görecek. Köşkler, bağlar, bahçeler ve sunulan diğer imkanlar, farklı farklı olacak. Yine herkes yaptığı kötülüklere göre azap görecek. Alevler çeşitli şekillerde yakacaklar. Hiçbir şey karşılıksız kalmayacak.

Şimdi soralım kendimize. Kârlı olan kim? Bu dünyada her istediğini elde etmiş, çok rahat bir yaşam sürmüş, uzun ömrü olmuş ama bunun için haram-helal, hak-hukuk tanımamış bir Mehmet var. Bir de, çileler çekmiş, çok zor geçinmiş, hastalanmış, yaralanmış, evi bombalanmış, evladı ölmüş vs. ancak günahlardan korunmaya çalışmış, kul hakkından korkmuş, orta yaşlarda ölen Ali var. Bunlardan hangisi kârlı? Mehmet mi, yoksa Ali mi? Ali olduğu aşikar değil mi? Birisi geçici hayatta karlı görünüyor, diğeri sonsuz hayatta... Hangisini istiyorsanız onu alın, tercih sizin.

Veya bir kaç gündür üstüste şehrimize gelen şehitlerimiz mi kârlı, yoksa bizler mi kârlıyız? Onlar gencecik yaşlarında, Allah'ın methettiği şehitlik mertebesini elde ederek, sonsuz hayatlarına çok büyük yatırım yaparak, makama gittiler, bizler ise nasıl daha rahat edeceğimizin, daha çok nasıl kazanacağımızın hesabındayız. Üstelik ne zaman ve ne şekilde öleceğimizi bilmiyoruz.

Kendimizi kandırmaktan vazgeçelim. Ticaretten anladığını söyleyenler de tercihlerini bir daha gözden geçirsinler. Allah, insanoğluna dünyalıkları yasaklamadı. Ancak helal ve temiz olanlarından yemelerini ve kazanmalarını emretti. Böyle yaptıkları takdirde, her iki dünyada da rahat edeceklerini tavsiye etti. Aksi takdirde, özellikle ahirette iflas edeceklerini söyledi.

Rabbim, huzuruna kârlı çıkan kullardan olmayı nasip etsin.