Sanayi ve Ticaret İl Müdürü olarak atandığım 2010 yılında beri  ‘geldi, gelecek!’ denilen deprem nihayetinde 6 şubat sabahı geldi. ‘Asrın Felaketi’ olarak nitelendirilen bu afette binlerce insanımız öldü, geride yüreği yanık yakınları ve çoğu evsiz yurtsuz kalmış depremzede hemşerimiz kaldı.

Rabbim başta köylümüz/yeğenimiz Azat DİYAR olmak üzere hayatını kaybeden tüm hemşerilerimize vatandaşlarımıza rahmetiyle muamele etsin, yakınların da sabrı cemil ihsan eylesin.  
Okumasını bilenlere her afet maddi ve manevi bir şeyler söyler. Verilen mesajı alabilenlere ne mutlu!
Depremin ilk günlerinde şöyle bir okuma yapmıştım: 
Marmara depremi Kahramanmaraş’ta belki de binlerce hayat kurtardı, İnşallah Kahramanmaraş depremi de kentsel dönüşüme olan direnci kırar ve olası İstanbul depremi için nimete dönüşür. Deprem sonrası gittiğim BURSA ve İSTANBUL’da buna dair güçlü işaretler aldığımı söyleyebilirim. Daha önce kentsel dönüşüme büyük bir direnç varken şimdi bu direnç talebe dönüşmüş durumda.  
Bu son afet bir deprem olduğuna göre, bize verilen maddi mesajı iyi okuyup bundan sonraki hayatımızı buna göre tanzim etmemiz lazım. Bilimin geldiği günümüzde, depremlerin nerede ve nasıl olabileceği, olabilecek depremin yapılara ne tür etkide bulunduğu, olumsuz nitelikteki etkilerin nasıl azaltabileceği ya da ortadan kaldırılabileceği, bunun için ne tür önlemler alınması gerektiği net bir şekilde bilinmektedir. Yani, deprem üretme potansiyeli olan fayları, bu fayların üretebileceği enerjinin olası büyüklüğünü ve binalara etkisini ve bu etkiye dayanacak binaların nasıl inşa edilmesi gerektiğine dair bilgi birikimine sahibiz.  
Bilgi olarak yeterli bilgiye sahibiz velakin  bilginin aplikasyonu aşamasında işin içine insan faktörü ve dolayısıyla da kişisel çıkarlar girmekte, çıkar ve güç ilişkilerinin işin içine girmesi ile yapılan hatalar ise afet anlarında karşımıza binlerce insanın hayatına mal olacak bir bedel çıkmaktadır. 
1999 Marmara Depremi Kahramanmaraş için nimet olmuştur.   
Kahramanmaraş olarak bir yönü ile şanslıyız diyebiliriz. Marmara depreminin Kahramanmaraş depreminden önce meydana gelmesi ve bu deprem sonrasında bina yapım süreçleri ile ilgili yasal mevzuatın depremlere göre yeniden dizayn edilmiş olması, on binlerce hemşerimizin hayatını kurtardı diyebiliriz. 
Dönemin yöneticilerinin Marmara depremine müdahale etme konusunda olumsuz eleştirileri hakkettiğini düşünüyorum ancak yasal düzenleme yapma konusunda depremi iyi okuduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Bilindiği gibi, ‘Marmara Depremi’ sonrasında yapı yönetmeliği değiştirildi ve inşa edilecek yapılar için üç önemli kıstas getirildi;
Hazır beton kullanılması zorunlu hale getirildi. 
Marmara depremi öncesi el yordamı ile karılarak dökülen beton yerine tüm özellikleri hesaplanabilir nitelikteki hazır beton kullanılması zorunlu hale geldi. Betonda su, çimento, kum ve çakılın karışım oranları betonun dayanımını doğrudan etkileyen faktörlerdir. Özellikle su/çimento oranı çok hassastır, bu oran ile oynanmamalıdır. Su, betona döküm esnasında negatif etki eder, bu nedenle mümkün olduğunca katı kıvamda olmalı, fazladan su ilave edilmemelidir. Eklenecek fazladan bir litre suyun betona verdiği zararı ortadan kaldırmak için bir buçuk kg çimento eklenmesi gerekir. Elle karılma yönteminde su çimento oranını kontrol altında tutmak mümkün olmadığından her ayrıntısı hesaplanabilen hazır beton kullanımının zorunlu tutulması önemli bir değişiklik olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Nervürlü demir kullanılmaya başlandı.
Betonarmenin iki büyük bileşeninden biri olan demirlerde de önemli bir değişikliğe gidildi ve nervürlü demir dediğimiz demir türünün kullanılması zorunlu hale getirildi. Beton, basınca karşı çalışır, ancak deprem kuvveti yanal bir etki yapar betonun bu kuvvete dayanması ancak demir donatı ile birlikte çalışınca mümkün olur. Betonun dağılma tehlikesini ortadan kaldıracak, betonu bir arada tutacak malzeme demirdir. Eskiden kullanılan düz demir ile betonun birlikte çalışması gevşek bir yapıda iken nervürlü demirin tutuş özelliğinin çok yüksek olması nedeniyle yapılan bu değişiklik de kuşkusuz yapıların dayanımını büyük ölçüde arttırmıştır.  
 
Yapı denetimi müessesesi getirildi. 
İlgili yönetmelikte yapılan bu değişikliklerin hakkıyla yerine getirilmesi için denetim mekanizmasının da doğru çalışmasının temin edilmesi gerekir. Yönetmelik öncesi denetim fenni mesul dediğimiz bir teknik eleman tarafından yapılması öngörülüyordu, ancak bu sistem çalışmıyor idi. Yönetmelik, denetim işine de bir çeki düzen verdi ve fenni mesul müessesi yerine ‘Yapı Denetimi’ kavramını getirdi. Demir donatının örülmesinin ardın henüz beton dökülmeden kontrollerin yapılması, beton dökümünün de yapı denetimi elemanlarının nezaretinde yapılıyor olması da yapının depreme dayanıklılığını sağlıklı hale getirmesi bakımından önemlidir. 

Depremi bizzat yaşayan ve bir mühendis olarak sonuçlarını gözlemlediğimde Kahramanmaraş’ı üç farklı bölgeye ayırdım. 
Birinci bölge;  Eski Maraş diye tabir ettiğim Ahir Dağına yaslı ve çoğunlukla iki üç kat evlerden oluşan bölge, ki burada çok fazla hasar yok. 
İkinci bölge; Trabzon Caddesi ve Azerbaycan Bulvarı etrafındaki bölge ki bu bölge 1970 ile 2000 yılları arasında yapılmış yapılarla dolu. Burada hem yapı kalitesi zayıf hem de  zemin sağlam değil. Bu nedenle burası adeta yerle bir olmuş durumda.  
Üçüncü Bölge; 2000’li yıllarda şehrin yeni yaşam alanı olan olarak tercih edilen ve binaları yeni yönetmelik döneminde yapılan  Binevler tarafı. 

Asıl yıkımın yaşandığı yerler ikinci bölgede yer alıyor. Bu bölgedeki binaların neredeyse %80’i ya yıkılmış ya da yıkım kararı verilmiş halde. Etrafındaki yapıların durumuna baktığımızda bu bölgedeki yapıların gerek zemin açısından gerekse yapı malzemesi boyutu ile depreme ne kadar hazırlıksız yakalandığını görebiliyoruz. 

Marmara depremi sonrası yapılan yönetmelik değişikliği ile beraber binalar depreme dayanıklı olarak inşa edilmeye başlanmış, kentin ekonomik yönden  gelişmesi ve zenginleşme sonucunda Abdülhamid Han Camii veya Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi'nin Batısına doğru olan kısmında yapılaşmalar oluşmuştur. Binaların çoğunluğu 2000 yılı sonrası yapılan bu bölgeye baktığımızda yıkımın %3-5 civarında kaldığını, ağır  veya orta hasar alsa bile, bir şekilde görevini yaparak  ayakta kalabildiğini, içinde yaşayan insanlara bir zarar vermediğini gözlemleyebiliyoruz. Depremin sabaha karşı olması, diğer bir ifade ile iş saatlerinde olmaması da bir şans oldu. İş yerlerinin genellikle ikinci bölgede olması ve yıkımın da burada yoğunlaşması can kaybının bu seviyede kalmasına neden oldu. 

Tüketicilerin hakları nelerdir?

Konunun tüketici hukuku boyutunu ilgilen tarafı biraz daha karmaşık. Depremde can ve mal kaybı yaşayan tüketiciler elbette bir çok halka sahiptir ancak bu hakları elde etmek büyük emek ve mücadeleyi gerektirecek niteliktedir. Bina yapımı, içinde kamu kurum ve kuruluşlarının bulunduğu birçok farklı aktörü barındırmaktadır. Dolayısıyla öncelikle kusurun kime ait olduğunun ortaya çıkarılması ve husumetin bu kişiye yönlendirilmesi gerekir. Konuyu bir sonraki yazımızda ele alıp hem tüketicilerin sahip olduğu haklar hem de başvuru yolları konusunda yardımcı olmaya çalışacağız.