Bu hafta Kahramanmaraşlı bir tüketicimizin elektronik postasını yayınlamayı, önümüzdeki hafta ise konuyla ilgili değerlendirmeyi ve tüketicileri bekleyen tehlikeleri gözler önüne sermeyi düşünüyorum.

İşte tüketicimizin elektronik postası…

 “Birkaç gün önce telefonum çaldı, açtım telefonu;

- Efendim!

Öğrenci Araştırma ve Geliştirme Genel Merkezinden arıyorum, ismim Esra.

-Buyurun Esra Hanım!

- …’nın velisiyle mi görüşüyorum?

-Evet, buyurun!

-Efendim biz   Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarının desteğiyle öğrencimizin dershanede dahil hiçbir yer ve kimseden destek almadan kendi kendine  evde nasıl ders çalışıp kendini geliştireceğine ilişkin araştırma yapıyoruz, öğrenci ailesine her türlü desteği sağlayıp yardımcı oluyoruz…

-Evet!

-Eğer uygun görürseniz bugün istediğiniz uygun bir saatte ailenizi  ziyaret etmek istiyoruz.

- Hanımefendi siz  resmi bir kurum musunuz yoksa özel bir şirket filan mı?

Arayan kişi biraz anlaşılmaz bir ses tonu ve hızıyla bir şeyler söylüyor, ben nasıl olsa akşam öğreniriz deyip davet ediyorum. 

- Tamam, 21.00 de bekliyoruz…

Murat hocam sizinle irtibata geçecektir, ilginize teşekkür ederiz.

- Ne demek asıl ben teşekkür ederim.

 

Pek bir şey anlamadım ama “resmi bir kurumdur.” diye düşündüm. Düşündüm düşünmesine de, sonra, devlet bu kadar ilerledi mi gecenin dokuzunda vatandaşının ayağına kadar geliyor?  Diye de şaşırdım. Ama sonra da, ‘olabilir’ dedim “bu kadarı da olamaz gibi görünse de bu dönemde şaşırdığımız çok şey oldu; birçok konuda inanılmaz gelişmeler oldu.”

Bu düşüncemi yeni atanan Milli Eğitim Müdürümüzün beyanı da destekliyordu: “masa başında oturmayacaksınız, aileleri ziyaret edeceksiniz, elbise değil ayakkabı eskiten müdür  istiyorum”

İl Müdürü dediklerini uygulatıyor diye geçirdim içimden.

Sonra bir arkadaşıma anlattım olayı kısaca. Tepkisi  çok netti: “Kapıdan Satıcıdır, dikkat et seni çarpmasın.”

Evet, olabilir… Arkadaşımın bu anlık tepkisi hazırlıksız yakalanmamı önleyecekti akşamki görüşmede…

 Aynı günün akşamı saat tam 21:00, telefonum çalıyor, açıyorum:

-Efendim!

Efendim iyi akşamlar Ben Murat Hoca.  …mı görüşüyorum.

- Evet hocam, buyrun.

Merkezimiz sizden bu saate randevu almış, müsaitseniz ziyaret etmek isteriz.

- Elbette buyurun hocam bekliyoruz.

 Kısa bir süre sonra kapı çalıyor, açıyorum kapıyı, alıyoruz Murat hocamızı salona. Bir iki hoşbeşten sonra öğrencimizi de çağıralım diyor hocamız, biz de çağırıyoruz. Gayet sıcak, ilgili, konuya hakim, kendinden emin  hocamız öğrencimizle tanıştıktan sonra kendince durum tespiti yapmak için öğrenciye soru sormaya başlıyor, ben de sonucu merakla bekliyorum.

 - İstanbul’u  1453 yılında kim fethetmiştir?

Çocuk şaşırıyor bu soruya,  belli ki soru çok basit geliyor.

- Fatih Sultan Mehmet diyor ürkek bir tavırla kızım.

- Bilemedin” diyor, Muzaffer komutan edasıyla Murat hocamız,

- Doğru cevap II. Mehmet olacaktı. 

Bünyesi zayıf olan kızım, basit bir soruya cevap verememenin mahcubiyetiyle daha da küçülüyor. Kısa bir sessizlik ve şaşkınlık yaşıyoruz. Bu arada Murat Hocanın sürekli çocuğun gözünün içine bakarak onu baskı altına aldığını gözlüyorum. Sessizliği Murat hocanın ikinci sorusu bölüyor:

1881 yılında Selanik’te doğan ve babasının adı Ali Rıza olan kişi kimdir?

Ulu önderimizin adını bildiğinden emin olduğumuz kızımızın ne söyleyeceğini merakla bekliyoruz. Biraz düşünüyor, sonra, neredeyse kimsenin duymayacağı mahcup bir ses tonuyla:

-  Mustafa Kemal, diyor.

Ben ‘aferim’ diyorum içimden, ulu önderimizin ‘Atatürk’ soyadını sonradan aldığını düşünemese ve ezber bir mantıkla “Mustafa Kemal Atatürk” dese, kaybedecekti. Murat Hoca umduğunu bulamayacak bu kez.

Ancak Murat Hocamızın kesin ve keskin tavrı bizi uyandırıyor:

- Yine bilemedin, diyor ve ekliyor:

- Doğru cevap: Mustafa. Ama üzülme, öğrencilerin çoğu senin verdiğin cevabı veriyor.

 

‘Tamam, olay anlaşıldı, bizim çocuk artık soruların mantığını çözmüştür’ diye düşünüyorum ancak hocamız başka soru sormuyor, bize nasihat etmeye başlıyor: ‘Çalışması lazım, epey geride kalmış; konu tekrarı yapması lazım’ vs.

Eşimle göz göze geliyoruz, eşim çökmüş adeta, bakışlarından duygularını okuyorum Durum ciddi, bizim çocuk bir şey bilmiyor, hatta en basit soruları bile’ diyor bakışlarıyla.

Çocuğa bakıyorum o daha kötü durumda. Bir de misafirimiz var yanımızda, o da ne olduğunu anlamaya çalışıyor.

 Murat Hoca bizi istediği kıvama getirmenin rahatlığıyla ağzındaki baklayı çıkarıveriyor. Meğer üzülmeyi gerektirecek bir durum yokmuş, bilgisizlikten kurtulmanın yolları reçetemiz hocamızın çantasındaymış:

Sizinle birlikte bu eğitim setini inceleyeceğiz, göreceksiniz ki bu set öğrencimizin tüm eksiklerini giderecek ve kesinlikle dershaneye, dışarıdan herhangi bir desteğe ihtiyacı olmayacak,

Hocam peki bize bir bedeli olacak mı?

Önemli değil, on iki aya kadar taksit yaparız, rahat rahat ödersiniz.

Hocam peşin satın almak istersek setin bize maliyeti ne olur?

2.640 lira, ancak taksitlerde kolaylık sağlarız!

 

Olay bizim açımızdan tamamen açıklığa kavuşuyor. Karşımızdaki bir hoca değil, profesyonel bir satıcı.  İtiraz için toparlanıyoruz, Murat bey, fırsat vermiyor; eğitimin ne kadar önemli, her bir sorunun çocuğumuzun gelecekteki hayatı için  ne kadar değerli olduğunu söylemeye başlıyor, bir süre durmadan benzer şeyleri ardarda sıralamaya devam ediyor. Zor da olsa araya girerek sözü alıyoruz:

Hocam ilgi ve alakanıza teşekkür ederiz. Bizim çocuk gereken dersi çıkarmıştır kendisine. Bu noktada faydanızın olduğuna inanıyoruz. Gerçekten hoca mısınız değil misiniz? Onu da bilmiyoruz, bunu ispatlamanızı da istemiyoruz. Ancak baştan beri garibime giden bazı şeyler var; Bizi ilk arayan kişi  resmi bir kurumdan arıyormuş gibi tanıttı kendisini, sizin de hoca olduğunuzu söyledi. Ama üzülerek görüyorum ki, resmi kurumla bir ilginiz yok, siz de hoca değil, satış elemanısınız. Değerli vaktinizi almayalım biz, Bedavaya dahi almayız. Çünkü Kapıdan Satışın ne menem bir şey olduğunu biliyoruz. Sizi tenzih ederiz ancak, seti aldıktan sonra size artık ulaşmanın mümkün olmayacağını, insanların bu şekilde nasıl mağdur edildiklerini, üç beş kuruşluk malı fahiş fiyata nasıl sattıklarını biz biliyoruz. Keşke baştan söyleseydiniz de sizin gibi değerli hocamızı buraya kadar yormasak, değerli vaktiniz almasaydık.

Sözümü bitirdiğimi düşündüğünden araya girmek istiyor ancak bu kez ben fırsat vermiyorum:

Yalnız sizden bir şey istiyorum. Öğrenciye veya velisine ait bu bilgileri nerden aldınız hocam? Bunu bana söylerseniz çok sevinirim.

Bizim bilgimiz yok,  firma yönlendiriyor bizi, ama sanırım Milli Eğitimden alıyorlar, ben bu bilgileri alabilsem zaten kendi adıma çalışırım.

Murat bey diğer kapıdan satış yapanlarla bir ilgileri olmadığını, çok dürüst olduklarını, kimseyi mağdur etmediklerini anlatmaya çalışıyor ve kendisini istediğimiz zaman arayabileceğimizi söylüyor. Ancak biz kapıdan satıcılara mesafeli olduğumuzu boş yere zaman harcamamasını söylüyoruz usulünce. Çayını bitiriyor, kalkıyor, kendisini nazikçe uğurluyoruz.

Oturmuyorum yerime, misafirimden kısa bir süreliğine izin istiyorum ve hemen internete girip firma hakkında kısa bir araştırma yapıyorum… Bakıyorum yüzlerce mağduru var.

Bu durum beni son derece rahatsız ediyor. Kayıt sırasında okul yönetimine verdiğimiz bu bilgiler firmalar/şahısların eline nasıl geçiyor?  Çocuğunun geleceği için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır anne babaların bu asil duygusunu kullanmak isteyen bu dolandırıcılara iletişim bilgilerimizi kim ve daha da önemlisi neye karşılık veriyor?

 

Yazarın www.maraspusula.com daki diğer yazıları.