Hani hepimizin adını duyduğu, bazılarımızın da mesleği gereği çok iyi bildiği Newton diye bir bilim adamı.[1] Newton’un bilim dünyasına yere düşen, o meşhur “elmadan” başka tespitleri de dile getirmişti. “Hareket Yasası” olarak bildiğimiz üç yasa:

1-) Herhangi bir kuvvet (uzaktan) etkimedikçe, duran-düzgün hareket (sabit bir hızla ilerleyen) eden bir cisim, hareket durumunu korur.

2-) Hareketteki değişim, uygulanan itme kuvveti ile orantılıdır ve değişim itmenin uygulandığı yön doğrultusundadır.

3-) Her etki, kendisine karşı eşit bir tepki oluşturur; iki cismin birbirlerine karşı uyguladıkları kuvvet, eşit ve karşı yönlüdür. Bu yasa etki ile tepkinin eşit olduğu şeklinde ifade edilmektedir.

Yazımızın konusu elbette fizik değil; bu yasalardan hareketle, fizik kurallarına her yönüyle bağlı yaşamak zorunda kalan insan ve toplumla ilgili.

İyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız olarak değerlendirmeye girmeden bugün tüm dünyada, ülkemizde ve komşu ülkelerde yaşanan tüm olayların en basit şekliyle anlamak için bu fiziğin temel yasalarını da bilmemiz gerektiğini söylersek yanlış olmaz. Eğer Newton bir toplum bilimcisi olsaydı herhalde bu kuralları şöyle sıralardı:

1-) Bir toplum ya da birey, herhangi bir kuvvet, siyasi, askeri, iktisadi, dini, psikolojik, sosyolojik güç ona etki etmedikçe, kendi öz kaynaklarından aldığı yönde, sabit bir hızla ilerlemesine, mevcut durumuna göre bu hareket durumunu korur.

2-) Toplumun yönünde ve ilerleyişinde meydana gelen değişim hareket, bu değişime neden olan gücün toplumsal hayat üzerindeki etkisi ile orantılıdır. Değişim ve toplumun yönü de bu etkinin yönüne doğru yol alır.

3-) Toplumun yönünü ve hızını değiştiren etkiye maruz kalan bir toplum da ona karşı, eşit bir tepki oluşturur. Eğer kendisine güç uygulanan toplum, gücü uygulayan toplumdan zayıfsa, o gücün yönlendirdiği yere doğru hareket eder; asimile olur ve yok olur. Eğer denk bir güçte ise eşit bir tepki verir. Ya iki güç şiddetli bir şekilde kafa kafaya çarpışır, ciddi tahribat alarak geriler ya da her ikisi de bu şiddetli çarpışmanın etkisiyle parçalanır veya yok olur. Zayıflar ve başka güçlü toplumların yörüngesi olur.

Kabul etmek gerekir ki fizik dünyanın topluma yansıyan kuralı budur.

Bu kurallar toplumsal olayların, çatışmaların, savaşların, şiddetin, karmaşıklığının da en basit anlatımıdır. Güç ve iktidar savaşının, mücadelesinin en basit izahı bu şekilde basite indirgenebilir.

Bu yüzdendir ki toplum ve birey olarak her an üzerimize gelmesi muhtemel bir etkiye karşı güçlü olmak, gerekirse iyi bir manevra ile savuşturmak, bazen sabit ve ayalarımız yere basarak durmak, bazen kıvrak ve hızlı hareket ve değişim gösterebilmek zorundayız.

Bu etkiyi ve hareketi tetikleyen güçler, eğer sizin eşit kuvvetle karşı koyacağınızı biliyorlarsa. Güçlü ve kökleri çok derinlerde bir sosyal yapıya sahipseniz, bunu doğrudan üzerinizde uygulanmayabilir, sizi zayıflatmak, gücünüzü ve enerjinizi tüketmek için, sizden daha zayıf, kontrolleri altına alabildikleri başka gruplarla bunu bozmak isteyebilirler.  Bunun süfli bir uygulamasını 15 Temmuz gecesi, hastalıklı bir kişiliğin ağına düşmüş haşhaşi maşalar aracılığıyla denendiğini gördük.

Eğer toplum siyasi, iktisadi ve askeri yönde bir manevra yapacak vizyona, yeterli teknolojiye, siyasi birliğe ve dirliğe, iktisadi güce ve daha da önemlisi milli ve yerli bir ruh haline ve bunları yönetebilecek bir lider kadrosuna sahip değilse olanı biteni izler ve ansızın çarpan bir gücün etkisiyle yok olabilir, bağımsızlık ve özgürlüğünüzü kaybedip o gücün uydusu haline dönüşebilir.

Eğer dünyayı bir bilardo masası, bilardo toplarını da birer devlet olarak hayal ederseniz, oyunu kuran oyuncular tarafından sürekli bir etkiye maruz kaldıklarını da görürsünüz. Oyunu kurallarına göre oynamadığınız, gerekli önlemleri almadığınız, dikkatli oynamadığınız takdirde kaybedersiniz. Bilardo oyununun sonucunda farklı olarak bu oyunun sonunda kaybedenlerin oyuna dönme imkânı ya hiç yoktur ya da yüzyıllar alır ki bu da güçlü bir devlet olmak ve medeniyet iddiasında bulunmak için neredeyse imkansız bir durumdur.

Elbette toplumsal olayları bir bilardo topu gibi, ıstaka ile zeminde yuvarlanan bir cisim gibi görmek doğru olmaz. Her toplumun sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapısı, şekli ve kökleri çok farklı derinlikte ve dayanıklılıktadır.

Birey olarak her birimize bu masada bize düşen sorumluluk; toplumsal varlığımızın devamı, devlet olarak bağımsızlığımız, kültürel olarak hayatta kalıp ideallerimizi gerçekleştirebilmemiz, doğrudan ya da dolaylı olarak bizi hem içten hem de dıştan zayıf, korumasız, köksüz, kültürsüz, dağılmış, korkmuş, sinmiş, kafası karışmış mankurt beyinlere teslim olmuş fikirlerin de farkında olarak daha güçlü bağlarla bir arada tek vücut durmamızdır.

Bu oyun henüz başlamış ve yarın bitecek bir dizi film de değildir.

Bunun farkında olarak, dünyanın gelişmiş devletlerinin elindeki silahlara ki -bu sadece ateşli silahlar değildir- bilgiye sahip olmak, bilgiyi kullanmak, yeni bilgiler üretmek, gerekli teknolojik ve ekonomik imkânlara sahip olmak, yer altı kaynaklarımızdan azmi derecede istifade etmek zorundayız.

Yer üstü zenginliğimiz insan kaynağımızdan yerli yerinde yararlanarak insanı en büyük sermaye olarak görmek zorundayız.

Geleceğimizin hazineleri gençlerimizi iyi hesaplanmış, bilimsel temelleri sağlam, uzun vadeli ve vizyoner bir bakışla kurgulanmış, enine boyuna tartışılmış gelecek bin yılın çıktılarını görebileceğimiz bir eğitim sistemi sunarak istikbale hazırlamak zorundayız.

Onları, kendi kültürel kodlarımızla donatılmış, sayısal farkıyla üstün, eğitim farkıyla güçlü, azim farkıyla dünyaya fark atabileceğimiz bireyler olarak yetiştirmek zorundayız.

İnsanımızı, bilişsel zekâsıyla hendeseyi, duygusal zekâsıyla sanatı, ruhsal zekâsıyla felsefe ve hikmeti kavrayan ve üreten insanlar olarak donatmak zorundayız.

Özetle biz, küresel güçlerin hin oyunlarını bozmak, oyunda bu güçlere rakip olmak ve kıyamete kadar bitmeyecek bu oyunda kara deliklere düşmeden var olmak zorundayız.

"Hiçbir şey için mücadele vermeyen, başkalarının uğruna savaşıp onlara bıraktığı hürriyet ve özgürlüğü körce suiistimal eden, basit düşünceli, mutsuz ruhların"[2], aymazların, muğlak küçük hesap sahiplerinin bu ülke için, enerjimizi tüketmekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktur.

Bin yıldır büyük hesaplar ve dünyanın ötesindeki dünya için mukaddes bir ideal için yaşamış ve aynı duyguları paylaşan liderlerle birlikte nasıl yürüdükse, bundan sonraki ikinci bir bin yılın stratejisini yaparak koşmak zorundayız.

Sözün özü; kökleri tarihten, gözleri gelecekten kopmuş bir toplumun savrulmasına, Newton’un yasaları bile engel olamaz.

 

[1] Isaac Newton, İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, filozof, ilahiyatçı. 1687’de yayınlanan kitabı Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica, klasik mekaniğin temelini atmıştır ve tarihin en önemli bilimsel kitaplarından biri olmuştur. 

[2] (Dan Brown Başlangıç , s. 27),