(İngiliz İstihbaratı Türk Aklına Karşı & Kurgu Tarihe İsyan Edin Okumayan Çok Şey Kaybeder)

Kıymetli dostlar, hakiki tarihi bilmek ve kurgu tarihe isyan etmek bizlere tefekkür imkânı kazandırdığı gibi Türk İslam Medeniyetinin ve mazlum milletlerin gasp edilen haklarını da sömürge nizamının üyesi olan devletlerden talep edebilmeyi beraberinde getirecektir. Aksi takdirde sömürge olmayı ve haklarımızın elimizden alınmasını sadece kabulleniriz ve seyrederiz. Bu manada İngiliz Derin Devleti’nin Sultan III. Murad Han (Saltanatı: 21 Aralık 1574- 16 Ocak 1595) döneminde sinsice hayata geçirmeye başladığı İstanbul'u işgal planını bilmek zorundayız. Bu öyle haince bir plandı ki sadece bir dönemi kapsamıyordu, uzun solukluydu ve zamana yayılmıştı. İngiliz Derin Devleti'nin operasyonu Sultan III. Murad Han döneminde başlamış Sultan Genç Osman (Saltanatı: 26 Şubat 1618-19 Mayıs 1622), Sultan III. Ahmed ile devam etmiş (Saltanatı: 22 Ağustos 1703-1 Ekim 1730) ve Sultan III. Selim Han (Saltanatı: 7 Nisan 1789- 29 Mayıs 1807) zamanında zirveye ulaşmıştı ve az daha da işgal planı başarılı oluyordu. Lakin her seferinde ağır zayiatlar alıyor olsak da Allah'tan düşmanı püskürtmeyi başarıyorduk. Kıymetli dostlar, bu size anlattığım proje bir yazıda anlatılamayacak kadar uzundur ve ancak kitap konusudur, zaten "Şahların Savaşı Sultan III. Selim" kitabımda bahsi geçen mevzuyu uzun uzun inceledim ve yazdım, merak edenler Şahların Savaşı’na müracaat edebilirler lakin konunun öneminden dolayı kısaca da olsa İngiliz Derin Devleti’nin İstanbul'u ele geçirme planını sizlere arz edeceğim sonra da İstanbul'u ele geçirme planı yapan I. Elizabeth'ten ve onun Sultan III. Murad'a neden yalvardığını ve ona neden "Büyük Türk" ya da "Yüce Efendi" dediğini kaleme alacağım. Dostlar, İngiliz Derin Devleti’nin Osmanlı’ya ilgisi daha doğrusu işgal planı, Kraliçe I. Elizabeth döneminde başlar. Kraliçe, Privy Council üyesi William Harborne’u 1579’da Sultan III. Murad’a elçi olarak göndererek işgal planını başlatmıştır. Plana göre önce İstanbul'da mensupları bulunan Layhari Tarikatı mensupları makam ve para ile kandırıldılar ve itaat altına alındılar sonra da İstanbul’un sokak sokak, mahalle mahalle gizlice resimleri ve krokileri ajanlara çizdirildi (Layhariler, Bektaşi ve Yeniçerilere benziyorlardı hem yeniçeri ocağına hem de Bektaşi tekkelerine sızmışlardı lakin Bektaşi ve Yeniçeri değillerdi, sadece onları taklit ediyorlardı. Şarap, esrar ve akçe kendilerinin tek hakikatiydi. Bunlar için yapmayacakları da yoktu). Bu çizimler İstanbul'un işgalinde şehre sinsice sızılmasında kullanılacaktı. Kıymetli dostlar, 1583 yılında iki devlet arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasıyla Harborne İstanbul’a yerleşti, kraliçenin emirlerini yerine getirmeye başladı (Privy Council: Üyeleri başbakan tarafından seçilen İngiliz Devlet Danışma Kurulu’dur. İngiliz Derin Devleti’nin denetiminde hareket eder). Diplomatik ilişkilerin kurulmasında önemli rol oynayan Harborne iki İngiliz tüccar için Osmanlı topraklarında ticaret yapma izni de aldı. Daha sonra Kraliçe’nin ricasıyla bu izin tüm İngiliz vatandaşları adına genişletildi ve böylece işgal planının ilk aşaması da gerçekleşmiş oldu. Bu tarihten itibaren İngiliz Derin Devleti’nin Osmanlı’yla olan ilişkileri tek taraflı olmuştur yani İngilizler zenginleşmek ve Osmanlı’yı sömürmek için ellerinden geleni sinsice yapmışlardır. Bundan sonra İngiliz Derin Devleti tarafından itaat altına alınan Layhariler, Yeniçerileri her daim kışkırttılar; yeri geldiği zaman onların elbiselerini giyip isyanlar çıkardılar. İngiliz Derin Devleti’nin hain emellerinin farkına ilk defa Genç Osman Hazretleri vardı. İngiltere'ye taarruz etmeyi ve İngilizlerin Amerika’yı kurmalarına mani olmak için hazırlıklar, planlar yapan Genç Osman, Layhari Baba Behram'ın çıkardığı isyanla katledildi. Sultan III. Ahmed, Layharilerin lideri Patrona Halil tarafından tahttan indirildi ve Sultan III. Selim Han’da Layharilerin lideri Kabakçı Mustafa ve İstanbul'da ki İngiliz ajanları tarafından şehit edilerek devlet İngilizlere teslim edildi. Sultan III. Selim'in şehadetinden önce de İstanbul'u İngilizler ele geçirmek için William Harborne'un asırlar önce İstanbul’dan İngiltere'ye gönderdiği plan, resim ve krokiler kullanılarak 13 savaş gemisi ve deniz piyadeleriyle Çanakkale Boğazı geçilerek İstanbul'a gelinmiş, kanlı bir savaş neticesinde de püskürtülmüşlerdi. Şimdi dostlar, gelelim Kraliçe I. Elizabeth'in Sultan III. Murad'a "Yüce Türk" ya da "Büyük Efendi" demesinin sebebine. I. Elizabeth İngiltere'nin 17 Kasım 1558 tarihinden ölüm tarihine kadar olan süre içerisindeki kraliçesiydi. Ayrıca İrlanda'nın ve sembolik olarak da Fransa'nın kraliçesi olarak kabul ediliyordu. İngiltere'yi 16. yüzyıl boyunca yöneten Tudor Hanedanı’nın üyesi olan kral ve kraliçelerinin 5. ve en sonuncu çocuğuydu. Tahta geçtikten sonra İspanya'nın ülkesini ele geçirmesine mani oldu, bunu da İngiliz tarihçileri reddetmeye çalışırlar ama karaların ve denizlerin hakanı, küresel İmparator Sultan III. Murad'ın yardımlarıyla başardı. İspanya Donanması İngiltere'yi zapt etmek için Manş Denizi’nde İngiliz savaş gemileriyle çarpışmıştı ve Osmanlı Devleti’nden izin alınmadan hareket eden İspanya sömürge devleti bir ders istiyordu (O dönemlerde İngiltere, sömürge devleti değildi. Üstelik kale alınan bir devlette değildi. İngiliz Sömürge devletiyle ilgili bildikleriniz bu dönemde ve sonrasında başlamıştır). Protestanlar ile Katolikler arasındaki bu çarpışma Hristiyan dünyayı parçalamak için bulunmaz bir fırsattı ve Sultan III. Murad Hazretleri de bu fırsatı sonuna kadar kullanmıştır. İngiltere’nin Protestan Kraliçesi I. Elizabeth ile İspanya’nın Katolik Kralı II. Felipe’nin orduları arasında 16. yüzyılda çıkan savaşın bir kısmıydı size anlattıklarım. İspanyol Armadası ile ilgili bir kitapta şöyle yazıyor: “Manş Denizi’nde İngiliz ve İspanyol donanmaları arasında çıkan çatışma o zaman yaşayan insanlar için aydınlık ve karanlık güçler arasında son olarak ve ölümüne sürdürülecek bir mücadeleydi” (The Defeat of the Spanish Armada).O dönemde İngiltere’de yaşayanlar İspanyol armadasını “açık denizde gördükleri en büyük deniz kuvveti” olarak tanımladılar. Ancak armadanın seferi, özellikle de binlerce kişinin hayatını kaybettiği düşünülürse aslında ciddi bir hataydı. Peki, bu donanmanın amacı neydi ve neden başarısız olmuştu? İngiliz korsanlar, İspanyol gemilerini yıllardır yağmalıyordu ve İngiltere Kraliçesi Elizabeth, Hollanda’nın İspanyol yönetimine karşı isyanını aktif şekilde destekliyordu. Ayrıca Katolik II. Felipe, İngiltere’yi artan Protestan “sapkınlığından” kurtarmak için İngiliz Katoliklere yardımcı olmayı kutsal bir görev olarak görüyordu. Bu nedenle armada da yaklaşık 180 papaz ve din adamı da bulunuyordu. İspanya’nın ve kralının dinsel tutumu, ünlü İspanyol Cizvit Pedro de Ribadeneyra’nın sözlerinden açıkça anlaşılıyor. O şöyle demişti: “Amacını ve en kutsal inancını savunduğumuz efendimiz, Tanrı yolumuzu hazırlayacaktır. Böyle bir kaptanla hiçbir şeyden korkmamıza gerek yok.” İngilizler ise elde edecekleri kesin bir zaferin Protestan düşüncelerinin Avrupa’ya hızla yayılmasını mümkün kılacağını umuyordu. Sultan Murad Hazretleriyse Hristiyan dünyayı dedesi Kanuni Sultan Süleyman Hazretleri gibi nasıl parçalayacağını hesap ettiği için bu savaşta güçsüzden yana olarak İspanya'nın kırılmasını istiyordu. İspanyol kralın istila planı açık ve basit görünüyordu. O, armadaya Manş Denizi’ne gitmesini ve Flandre’de Parma Dükü ve 30.000 tecrübeli askeriyle birleşmesini söyledi. Birleşen güçler daha sonra Manş Denizi’ni geçip Essex kıyısında karaya çıkacak ve Londra üzerine yürüyecekti. Felipe, İngiliz Katoliklerin, Protestan kraliçelerini bırakıp kendi ordusuna katılacağını düşünüyordu. Böyle bir şey olmadı çünkü Sultan Murad tüm İngiliz soylularına “Kraliçenizin yanında durun, aksi takdirde kaçacak delik arayın” diye ferman etmişti. İspanya Kralı Tanrı’nın desteğine sahip olacağını düşünürken, şu iki büyük engeli gözden kaçırmıştı: İngiliz deniz kuvvetlerinin gücü ve suyun uygun derinlikte olduğu bir liman olmadığından Parma Dükü’nün birlikleriyle buluşmanın zorluğu ve Sultan III. Murad faktörü. Felipe, armadaya komuta etmesi için Medina-Sidonia Dükü’nü görevlendirdi. Dük, deniz savaşları hakkında pek tecrübeli olmasa da, örgütleme yeteneği sayesinde deneyimli kaptanların kendisiyle işbirliği yapmasını kolaylıkla sağladı. Onlar birlikte bir savaş gücü oluşturdular ve bu büyük donanmaya yiyecek ve içecek sağlamak için ellerinden geleni yaptılar. Birçok ulustan oluşan kuvvetlerinin uyum içinde hareket etmesi için büyük titizlikle işaretler, yolculuk kuralları ve stratejiler oluşturdular. Yaklaşık 20.000 asker, 8.000 denizci ve 130 gemiden oluşan armada en sonunda 29 Mayıs 1588’de Lizbon Limanı’ndan yola çıktı. Ancak elverişsiz rüzgârlar ve bir fırtına yüzünden gemileri onarmak ve daha fazla erzak almak için İspanya’nın kuzeybatısındaki La Coruña’da mola vermek zorunda kaldılar. Yiyecek ve su sıkıntısının yanı sıra bu yüzden baş gösteren hastalıklardan endişelenen Medina-Sidonia Dükü krala mektup yazarak bu istila girişimi hakkındaki kaygılarını açıkça dile getirdi. Ancak Felipe, amirale plana bağlı kalması konusunda ısrar etti. Böylece bu yönetilmesi zor donanma, yolculuğuna devam etti ve Lizbon’dan ayrıldıktan ancak iki ay sonra Manş Denizi’ne ulaştı. İspanyol donanması, İngiltere’nin güneybatısındaki Plymouth kentinin kıyısına ulaştığında İngilizler ve Osmanlı donanması onları orada bekliyordu. Her iki tarafın da hemen hemen aynı sayıda gemisi vardı ancak yapıları farklıydı. İspanyol gemileri suyun daha üstünde duruyordu ve güvertelerinde çok sayıda kısa menzilli ağır top bulunuyordu. Pruvasında ve arka tarafında büyük kuleler bulunan gemiler yüzen kalelere benziyordu. İspanyolların deniz savaşlarındaki taktikleri askerlerin düşman gemilere geçip onlara saldırmalarını gerektiriyordu. İngiliz gemileri ise daha alçak bordalıydı ve daha hızlıydı, ayrıca daha uzun menzilli topları vardı. Kaptanları düşmanla yakın çarpışmadan kaçınmayı ve İspanyol gemilerini uzaktan batırmayı planlamıştı. İspanyol amiral, İngiliz Osmanlı donanmasının yüksek manevra ve ateş etme yeteneğine karşı koymak için hilal şeklinde bir savunma hattı planladı. En uzun menzilli toplara sahip en güçlü gemiler hattın uç kısımlarında duracaktı. Armada, düşman ne taraftan yaklaşırsa yaklaşsın yönünü değiştirebilecek ve boynuzlarını yaklaşan bir aslana doğrultan bir boğa gibi kendini savunabilecekti. Manş Denizi boyunca iki donanma savaştı ve küçük çapta iki çatışma oldu. İspanyolların savunma hattı işe yaradı ve İngilizlerin uzun menzilli atışları hiçbir İspanyol gemisini batıramadı. Osmanlı subayları ise İngiliz kaptanlara, topları isabet ettirebilmek için savunma hattını bir şekilde yarıp gemilere daha da yaklaşmaları gerektiğini anlattılar. Sonunda Osmanlı subaylarının planı benimsendi ve 7 Ağustos’ta bu planı uygulayacak fırsat ellerine geçti. Medina-Sidonia Dükü yolculuk planına bağlı kalmış ve armadayı Parma Dükü ve birlikleriyle buluşacakları yere götürmüştü. Medina-Sidonia Dükü, Parma Dükü’nden haber beklerken, donanmasının Fransa kıyısındaki Calais kentinin önünde demir atmasını emretti. Demir atmış olan İspanyol gemileri korunmasız durumdayken İngilizler onların bulunduğu yere, yanıcı maddelerle doldurulmuş ve ateşe verilmiş sekiz gemi yolladılar. İspanyol kaptanların çoğu korkuya kapılıp, tehlikeden kaçmak için demir alıp denize açıldı. Sonra da güçlü rüzgârlar ve akıntılar onları kuzeye sürükledi. Ertesi gün şafak sökerken son bir çarpışma oldu. İngiliz ve Osmanlı donanması İspanyol gemilerini yakın mesafeden ateşe tutarak en az üç gemiyi batırdı ve daha birçoğuna zarar verdi. İspanyolların pek fazla cephanesi olmadığından saldırıya direnmekten başka çareleri kalmadı. Şiddetli bir fırtına yüzünden İngilizler ve Osmanlılar saldırıyı ertesi güne erteledi. O günün sabahı yeniden hilal şeklini alan ve çok az cephanesi kalan armada düşmana doğru yöneldi ve çarpışmaya hazırlandı. Ancak Osmanlılar ve İngilizler ateş açabilecek kadar yaklaşamadı, çünkü İspanyollar rüzgâr ve akıntılar yüzünden Hollanda kıyısının açıklarındaki Zeeland kum setlerine doğru engellenemez biçimde sürüklenmeye başladılar. Gemidekiler artık sonlarının geldiğini düşünüyorlardı ki, rüzgâr yön değiştirdi ve armadayı kuzeye doğru sürükleyerek açık denizde güvenli bir yere taşıdı. Ancak Calais’ye dönüş yolu İngiliz ve Osmanlı donanması tarafından kapatılmıştı ve rüzgârlar kötü durumdaki İspanyol gemilerini hâlâ kuzeye doğru sürüklüyordu. Medina-Sidonia Dükü tek çaresinin görevden vazgeçmek ve mümkün olduğunca çok gemiyi ve adamı kurtarmak olduğu sonucuna vardı. İskoçya ve İrlanda’nın çevresinden dolanarak İspanya’ya dönmeye karar verdi. Bu haritacılık ve gemicilik bilmez denilen Osmanlı'nın İspanyol zulmünü yerle bir etmesinden başka bir şey değildi. İspanya armadasının harap durumdaki gemileri zorlu bir dönüş yolculuğu yaptı. Yiyecekleri kısıtlıydı ve fıçılar sızdırdığı için çok az suları vardı. İngilizlerin saldırıları gemilerin birçoğuna ciddi zarar vermişti ve çok azı yolculuk yapabilecek durumdaydı. Armada bir de İrlanda’nın kuzeybatı kıyısının açıklarında, iki hafta boyunca büyük fırtınalara yakalandı. Bazı gemiler iz bırakmadan ortadan kayboldular. Bazıları da İrlanda kıyısının açıklarında kaza geçirdi. Armadanın ilk gemileri en sonunda 23 Eylül’de Santander’e güçlükle varabildi. Lizbon’dan ayrılan gemilerin yaklaşık 60 tanesi ve adamların ancak yarısı eve dönebildi. Binlercesi denizde boğuldu. Birçoğu da ya aldığı yaralardan ya da hastalıktan ötürü dönüş yolculuğu sırasında öldü. İspanya kıyısına ulaşanların sıkıntısı ise devam etti. İspanyol armadasıyla ilgili daha önce değinilen kitaba göre, artık İspanya Limanı’na demirlemiş olsalar da birçok geminin mürettebatının “hiç yiyeceği yoktu ve onlar açlıktan ölmeye devam ettiler.” İspanya’nın Laredo Limanı’ndaki bir gemi de, “yelkenleri indirmek ve çapa atmak için yeterince adam olmadığından” karaya oturdu (The Defeat of the Spanish Armada). Şimdi anlıyor musunuz dostlar Osmanlı’ya edilen küfürlerin ve iftiraların sebebini? İspanya'da İngiltere’de, Osmanlı’ya düşmandır, birine yardımcı olunmuştur (İngiltere) ama karizması çizilmiştir. Birinin de (İspanya) imparatorluk olma hayalleri suya gömülmüştür. Kıymetli dostlar, yazımın başında da belirttiğim üzere İngiliz tarihçiler zaferi aslında gizli gizli utanç sayıyorlar, Türklerin yardımını hazmedemiyorlar ve kendi tarih kitaplarına yazılmasına da şiddetle karşı çıkıyorlar. Kraliçenin sultanımıza taziminin sebebini de merak ediyorsunuzdur. O halde sizlere son bir not: Kraliçe Elizabeth Sultan III. Murad Hazretlerinden neden Yüce Türk veya Büyük Efendi diye bahsediyordu biliyor musunuz? Çünkü İspanya'ya karşı sultandan yardım istediği bir mektup yazmış ve bu tabirleri de mektubunda kullanmıştır. Yabancılar Kraliçe Elizabeth'in İspanya ile yaptıkları savaşı konu alan birde film çektiler, ismi de "Elizabeth Altın Çağdır” ve filmde bir sahne olsun ya da bir satır olsun Türk yardımından bahsetmezler, utanmadan hakikati saklarlar. Peki, biz ne yapıyoruz? Büyük sultanı hâşâ "sarhoş, ahmak ve kadın düşkünü" olarak anıyoruz. Bu ayıp bizlere yeter de artar vesselam.