Deizim Kıskacında ki Gençliği Kurtarmak ve Değişen Dünyada Yenilenmeye, Güncellenmeye Açık Olabilmek İçin Diyanet İşleri Başkanlığı Ulu Şeyhülislamlık Makamından Nasıl Faydalanabilir? 

Yahya Kemal Beyatlı Beyefendi'ye sorunların çözümleri hakkında ki fikirleri sorulduğunda hep geçmiş günlerin ihtişamlı zamanlarından örnekler verdiği için "Sen geçmişte takılıp kalmışsın." diyenler çoğunluktaydı. O da bu tür söylem sahiplerine şu şekilde cevap veriyordu: "Ne harabî ne harabâtiyim/ Kökü mazide bir âtiyim" Yani köküm mazide ama geçmişteki güzellikleri ve hakikatleri günümüze taşımak zorundayız. Yahya Kemal Beyatlı haklıydı, geçmişte elimizin tersi ile ittiğimiz ve bugün görmezden geldiğimiz güzellikler ve hakikatler bulunmaktadır. Bunlardan biri de sürekli yenilenen hayat şartlarında insanlığa yol göstermek ve deizimin pençesinde kıvranan gençliği kurtarmaya çalışmak gibi bir vazifesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı kurumudur. Lakin maalesef  neredeyse hiçbir tutarlı, faydalı ve derin bir çalışmanın içinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nı göremiyoruz. En azından bendeniz kendi adıma söylemeliyim ki diyanet kurumu köklü ve geniş bir şekilde günümüz şartlarına uydurulmalı, insanlığın önünü açacak projeler ve çalışmalar yapabilecek yapısal reformlardan ve değişikliklerden geçmelidir. Bu manada da geçmişte ki güzellikleri ve hakikatleri günümüze taşımak adına yerine kurulduğu Şeyhülislamlık müessesinden istifade etmelidir. Makam-ı Meşihat'ın evrakları, yazmaları, belgeleri, fetva mecmuaları, şeyhülislamların günlükleri, eserleri ve koskaca 600 yıllık bir "ilim dairesinin" yapısal kurumsal özelliklerini anlatan kitaplar ortada dururken bizlerin bunlara sırt çevirmesi ve susuzluktan ölmek üzere olan insanın "Okyanus yoktur." demesine benzemektedir. Şeyhülislamlık müessesesini anlatmak için ciltler dolusu kitap lazım lakin yine de fikir vermesi açısından kısaca değineceğim ancak önce deizimin tanımını yapmak istiyorum. Deizme göre Tanrı evrene ve dünyaya müdahale etmemektedir. İnanışın tanımlanmasında kullanılan doğal din ya da doğal inanç kavramları, hiçbir aracı olmaksızın sadece akıl yoluyla kavranabilecek yalın bir Tanrı inancını belirtir. Bu inancı benimseyen kişiye deist denir. İşte maalesef gençlik böyle   kapalı ve kimseyi bir yere götürmeyecek olan kapının önünde kıvranmaktadır. Dahası günümüzde başka vücuda kafa nakli ameliyatlarının gündemde olduğu, onbinlerce yıl önce ölmüş ve donmuş solucanın diriltildiği, yapay zeka egemenliğinin başlamak üzere olduğu, Endüstri 4.0'ın konuşulduğu, insanların bunalımlar ve ekonomik sorunlar ile boğuştuğu bir dönemde diyanetin neredeyse hiçbir şey yapmıyor olması ve bu çağa bir şey demiyor olması çok büyük bir sorun teşkil etmektedir. Hazret-i Allah'a diyanet yetkililerinin ayıkması dileklerimi arz ettikten sonra çok kısa bir şekilde Makam-ı Meşihat'tan bahsetmek istiyorum, umarım yazıyı okuyacak olanlara faydalı olur.

Osmanlı Şeyhülislâmları vermiş oldukları fetvaları bir eser halinde toplamış ya da toplatmışlardır. Sonra da topluma dağıtılmasını sağlamışlardır ki insanlar istifade etsin. Şeyhülislamların fetva mecmuaları kadılara, müftü ve müderrislere de gönderilirdi ki onlarda halkın meselelerini çözerken mecmualara bakarak fikir sahibi olurlardı. Hazret-i Fatih yazdığı kanunname de Şeyhülislamı Serdâr-i Ulema ve ilmiye sınıfının da reisi olarak tanımlamıştır. Şeyhülislam olacak kişi Hanefî fıkhını bilmek ve tüm Hanefî Fıkıh Sistemi ile ilgili kitapları da okumuş ve icazet almış olmak zorundaydı. Şeyhülislamların büyük çoğunluğunun tefsir sahibi olduğu da biliniyor. Burada güdülen amaç ise ilmiye sınıfının ve halkın sürekli yenilenen hayat koşulları sırasında  Kur'an'ı Kerim'in irfan ve hikmetinden azami ölçüde yararlanmasını sağlamaktı. Mesela Şeyhülislam Ebussuud Efendi hazretleri İrşadü Akli's Selim isimli meşhur tefsirini Kanuni Sultan Süleyman'a sunmuştur. Osmanlı devletinde ki şeyhülislamların çok büyük çoğunluğu liyakat ve ehliyet sahibiydi. İsimleriniyse tarihin sayfalarına altın harflerle yazdırmışlardı. Osmanlı'nın klasik ve erken döneminden örnekler vermek gerekirse bunlardan bazıları Zenbilli Ali Cemalî Efendi, İbni Kemal, Sadullah Sadi Çelebi gibi ehli ilim ve ehli irfan olan değerli şahsiyetlerdir. Şeyhülislâmlar Şer'î meselelerin halli yahut Divan-ı Hümâyun'un verdiği yanlış kararları düzeltmek için de çalışmalar yaparlar. Görüşlerini yazılı ya da sözlü olarak bildirirlerdi. Osmanlı devletinde Meşihat (Şeyhülislam), Sadrazamlık makamı ile protokolde aynı derecede sayılmıştır çünkü sadrazam siyasi askeri konularda şeyhülislam da hukuki, ilmi ve vakıflar  meselelerinde hükümdarın vekili konumundaydılar. Sultan III. Murad Han zamanında 1584 yılında sadrazamların devlet meselelerinde şeyhülislâmlardan görüş alması ve bu manada haftada bir görüşmeleri kanunla resmi hale getirilmiştir. Tekke şeyhlerinin posta oturmalarının onaylanması hekimbaşı, müneccimbaşı, kadı, müderris, müftü, vaiz, müezzin, imam atamaları da şeyhülislâmlara aitti. Lakin atamalar sadrazamın denetiminden ve padişahın onayından da geçmekteydi. Şeyhülislam olacak zat Fatih Süleymaniye Medresesi müderrislikleri ile müneccimbaşı, hekimbaşı Mekke, Medine, Kudüs, Mısır,  Üsküdar, Galata, İstanbul kadılıkları ve Anadolu, Rumeli Kazaskerlikleri makamlarından en az beş ya da altısını yapmış kişilerden seçilirdi yani ehliyet liyakat, ilim ve tecrübe sahibi olmayanlar şeyhülislamlık makamına atanmazlardı. Şeyhülislamların devlet meselelerini ve halkın sorunlarını çözebilmek adına çok geniş bir ekibi vardı. Katiplerde bu ekibin en önemli şahıslarıydı. Şeyhülislamlık dairesine halkın arzları ya da devlet meseleleri ilgili hükümetin sorduğu meselelerde katipler şeyhülislâmlara konuları söylerlerdi, şeyhülislam da mevzuların araştırılması için katipleri yönlendirirdi ve ayrıca da kendileri de yoğun ve derin bir araştırma içine girerlerdi. Şeyhülislam efendiler ilim, din, adalet, vakıf, belediye işlerinde yazılı olarak görüşler bildirir, tavsiyelerde bulunurlardı. 131 şeyhülislam Osmanlı Devleti'nde görev yapmıştır. 122 şeyhülislam Türk asıllıdır. 9 şahıs ise Arap, Boşnak, Gürcü, Çerkes ve Arnavud asıllıydı. Şeyhülislamların baskı ve etki altında kalmaması için maaşlarıda çok yüksek tutulmuştu. Örnek verecek olursak Sultan II. Abdülhamid Han devrinde şeyhülislam maaşı 2000 altındı. Şeyhülislamlar içinde müstesna bilgeler, yazarlar, şairler, bestekarlar, hattatlar, matematikçiler, astrologlar, astronomlar,  

hukukçular, büyük devlet adamları ve dahiler  bulunmaktaydı ve çok büyük çoğunluğu da ehli tarik idi yani bir tarikata bağlı bulunmaktaydılar. Hatta öyle ki aralarında seyirlerini tamamlayıp velayet mertebesine erenler dahi vardı. Vasat şahıslar ya da liyakatsız olanlar ise 131 kişinin içinde iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdı zira bu makama yükselmek çok sıkı bir disiplinle mümkündü. Meşihat Makamı Osmanlı Devleti'nde o kadar önemliydi ki Meşrutiyet Anayasası'nda dahi şeyhülislamı sadece padişah atayabiliyordu.

Yazının Kaynakları:

 1- Tarih Sohbetleri Cilt 1/ Yılmaz Öztuna/ Ötüken Yayınları/ S: 213- 216

2- Osmanlı Devleti'nin İlmiye Teşkilatı 

Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı/ S: 173-214