“Fatih Sultan Mehmed, bir gün veziri Mahmud Paşa’yı yanına alarak mürşidi Akşemseddin’i ziyarete gitti. Akşemseddin, Padişah içeri girdiği halde ayağa kalkmadı. Bir süre geçtikten sonra Akşemseddin, Fatih’in huzuruna gitti. Padişahın yanında Mahmud Paşa’da bulunuyordu. Fatih hemen ayağa kalkarak mürşidine yer gösterdi. İki olayı kıyaslayan Mahmud Paşa dayanamayıp sordu: “Hünkârım, hocanız geldiğinde siz ayağa kalktınız. Hâlbuki siz onun yanına gittiğinizde o ayağa kalkmadı. Sebebi ne ola? Fatih şöyle cevap verdi: “Hocam Akşemseddin’e saygı göstermemek elimde değil. O yanıma geldiğinde içimi gayri ihtiyari bir heyecan kaplar ve farkında olmadan kendimi ayakta bulurum. O ise, ilmin izzetini korumak için ayağa kalkmaz” buyurdu.”

Yukarıda okuduğunuz örnek olaya, tarihimizin hemen her evresinde rastlamamız mümkündür. Umera ile ulema arasında daha şiddetli karşılaşmalar da olmuştur. Fakat ilim sahipleri, amirler karşısında iki büklüm eğilmemişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurtmasından dolayı Taşlıcalı Yahya’nın Kanuni’ye hitaben yazdığı taşlama bunun en güzel delillerinden biridir. Bazıları, gözden düşeceğini, itibarını kaybedeceğini, malına mülküne el konulacağını, çocuklarının perişan olacağını bile bile doğru söylemekten çekinmemişlerdir.  İdarecilerin, kendilerine tabi kılmak amacıyla teklif ettikleri makam ve mevkileri ellerinin tersiyle itmişlerdir. Elbette küçük dünyalıklar uğruna hem bu dünyasını hem de ahiretini satanlar olmamış mıdır? Olmuştur elbet. Lakin işledikleri günahın ne derece büyük olduğunu da yine en güzel onlar bilirler. 

Bugün çevremizde ilmine hürmet ettiğimiz bazı insanların çok küçük bedeller karşılığında eğildiklerini görüyoruz. Okuduğu kitapların ve kaleme aldığı yazıların tek bir damla mürekkebine değmeyecek, koltuğu büyük, şahsiyeti küçük adamlar karşısında eğilip bükülmeleri, kendilerinin acizliğini ortaya koyuyor. Diğer taraftan had bilmez, koltuğu mühim, şahsiyeti ucuz zatlar ise bu insanlara karşı gösterdikleri nankörlükle çukurlaştıkça çukurlaşıyorlar.

Kalem oynatan, kalemşörlük gibi alelade bir acziyet göstermemelidir. Hakkı, hak olduğu için batılı, batıl olduğu için dile getirmelidir. İlim sahibi olmak için cesaret sahibi olmak gerekir. Sabırlı olmak gerekir, dünya malına tamah etmemek gerekir. Velhasıl kitlelere nasihat etmek, insanları aydınlatmak için her şeyden önce kendine dürüst olmak gerekir.

Burada uzun uzun “Sarı Öküz” hikayesini anlatmaya gerek görmüyorum. “Bana değmeyen yılan bin yaşasın!” atasözünü kullanan, gözünün önünde doğruyu söyleyenin ( her anlamda) katledilmesine müsaade eden kişiden aydın, düşünür, yazar, şair, gazeteci falan olmaz. Üç kuruşluk hediyeye, birkaç ucuz iltifata yelken indirene ise ADAM bile denilmez.