Bakkal Muharrem’in (Terliksiz) dükkanının önünden Mağralı Ökkeş Caddesi'ne aşağı inerken, Bakkal Yakup’u (Sarıçiçek) ve Kiriklerin fırınını geçince yol ikiye ayrılır. Sol tarafta Mağralı, sağ tarafta Kısıkkaya…Biz sağ tarafa dönerdik. Evden bir kişi olarak yola çıkar, bu güzergâhtan İmam Hatip’e varıncaya kadar en az on kişi olurduk. 1978-1979 yıllarından bahsediyorum. İlkokul bitmiş, babamla birlikte İmam Hatip Ortaokuluna kayıt yaptırmaya gidiyoruz. Çok heyecanlıyım. Sebebi; din iman değil, siyah önlükten kurtulacak olmam. 10-11 yaşlarındayım. 
Okula başladığım gün, ömrümde ilk defa takım elbise ve kundura giyip kravat taktım. Yolda herkesin bana baktığını zannediyor, utanıyordum. Öğle arası yemek yemeye eve gelir tekrar dönerdik. Pantolonumuz kırışmasın, üstüne bir şey dökülmesin diye çok titiz davranırdık. Hele o kundurayı korumak yok mu? o kadar zordu ki! Çocukluk işte, ister istemez top oynadığımız olurdu. Spor ayakkabısı ne gezer. Kundurayla oynamaya başlardık. Sonrasında, ayakkabının ağzının burnunun dağıldığını, boyasının gittiğini görünce bin bir pişman olurduk. Bir de üstüne, akşam olunca rahmetli babamın “la havle” çekmeleri ve kızgın bakışları eklenirdi. Bu sebeple lastik ayakkabılarımızla oynardık futbolu. Babam ilk defa spor ayakkabısı aldığında dünyalar benim olmuştu. 
Yeni olan her şeye çok sevinirdik. Sevinçten sabaha kadar uyumadığımız olurdu. Yeni alınan eşyalarımızdan ayrılmak istemediğimiz için, yatarken yastığımızın yanına koyardık. Herkese göstermek isterdik aldıklarımızı. Yeni okul, yeni kıyafetler, yeni arkadaşlar vs. başım dönüyordu adeta. Bizim için yeni, çok önemliydi. Çünkü kıymetliydi, ele geçirilmesi çok zordu. Bu sebeple Allah’a şükredilirdi. Kunduramın defalarca tamir edildiğini ve ayağıma dar gelmeye başlayıncaya kadar giymek zorunda kaldığımı, o zamanları yaşayan herkes tahmin edebilir. 
Yeni kavramını unuttuk artık. Ne ara bu kadar zengin olduk bilmiyorum ama en küçüğümüzden en büyüğümüze hepimiz, yeni alınanların farkına varamayacak kadar varlık içerisinde yüzüyoruz. Değiştirilen evler, arabalar, cep telefonları, kıyafetler hiç kimseyi heyecanlandırmıyor. Çünkü çok kolay elde ediliyorlar ve eskiyecek kadar bekletilmiyorlar. Dolayısıyla şükür, tefekkür, nimet, yoksul, israf gibi kavramlar karşısında duyarsız olunuyor. En samimi Müslümanların bile, eski elbisesi yok. Yama vurulmuş, sökükleri dikilmiş ama tertemiz elbiseleri, hiç kimsenin üzerinde bulmak mümkün değil. Yazlık, kışlık, mevsimlik, misafirlik, yürüyüş, spor, kostüm ve daha nice suni ihtiyaçlara göre alınmış ayakkabılar; giyilecekleri günleri değil, atılacakları günü bekliyorlar. 
Yeme içme konularına hiç girmeyeceğim. Boşa akıtılan sulara, fuzuli yapılan harcamalara, arabalarla volta atmalara, elektrik israfına ve öldürülen zamanlara da girmeyeceğim. 
Allah rızası için kendimize gelelim. Nereden geldiğimizi unutmayalım ve kıymetini bilmediğimiz takdirde nimetlerin elimizden tekrar alınacağını beynimize kazıyalım. 
Biliyorum, yaşadıklarımızı, geçmişimizi çocuklarımıza anlatmamız çok zor ama onların iyiliği, sorumlu birer vatandaş olabilmeleri için bu eğitimi vermemiz şart. 
Herkes iyi bilsin ki! Uçmaya başlayan karıncaların kısa sürede öldükleri gibi ayakları yerden kesilen toplumların da helaki kaçınılmazdır.