"Ağlamak gibi bir şey seni sevmek

Ağlayarak içindeki zehri akıtmak

Ve tertemiz olmak gibi..."

Hatırlıyorum... Böyle başlıyordu seni yazdığım, hece hece seni anlattığım bir şiirin ilk dizeleri. Ve elbette bir şiirin böyle ağlayarak başlaması gibi bir şeydi seni sevmek de. Öylesine ağlamaklı, öylesine acı ve öylesine arı duru...

Berrak bir damlaydın kirpiklerimin ucunda. Düşecektin gözlerimi kapatsam. Kirlenecektin. Ne gözlerimi kapatabildim, ne de sana dokunabildim o yüzden. Aynadaki kırgın aksimi izler gibi izleyebildim sadece. Sende kendimi, kendimde seni görür gibi sevdim uzaktan. ‘Düşeceksin’ korkusuyla yaşayarak.. Ve kaybetmekten korkarak…

Böyle çaresiz bir seyrediş, böyle çaresiz bir bekleyişti seni sevmek. Deli gömleği giymiş gibi elini kolunu bağlayarak ve beklemekten yorularak. Yorgunluktan ağlamaktı kimi zaman. Kimi zaman da ağlamaktan yorulmak. Kısır bir döngünün içinde dönüp durmak, bir türlü işin içinden çıkamamak gibi bir şeydi.

Saymadım kaç gece sensizliğin hıncını çıkarttım şiirlerden. Kaç mısraya kahrettim, kaç söz uçup gitti dudaklarımdan? Kaç söz söylenmeden susturuldu dudaklarımda ve kaç şiir yazılmadan yok oldu parmaklarımda? Kaç yıldız kaydı gözlerimin önünde seni dilemeden? Ve kaç türküye gücendim, kaç kere ağıt yaktım? Bilmiyorum.

şunu biliyorum ki, mutluluğun şiirini yazamadan sevdim ben seni. Ve gözlerine baka baka mutluluğun şiirini okuyamadan. Mutlu olmak çok uzaktı. O yüzden ben seni mutsuzluğa yaklaşarak, şehir şehir uzaklaşarak ve seni senden vazgeçerek sevdim.

Mutlu ol…