Zamanın birinde vaktini hayatın anlamını çözmeye adayan filozoflarla vakit geçirmekten ve onlarla konuşup tartışmaktan hoşlanan bir padişah vardır. Dost meclisi bir gün yine padişahın sarayındaki terasta böyle bir tartışma ortamındayken konu güzelliğin nerede olduğuna gelir. Bu sırada eve gelen konukların çocukları da bahçede oynamaktadır. Kendi terasından bahçede oynayan çocukları gören padişahın aklına bir fikir gelir ve hizmetkârını yanına çağırır. Ona elindeki kıymetli taşlardan oluşan bir taç veren padişah, tacı bahçede oynayan en güzel çocuğun başına takmasını ister.

Değerli mücevherlerden oluşan tacı alan hizmetkâr, konukların arasından süzülür ve çocukların oynadığı bahçeye doğru gider. Herkes heyecanla sonucu beklemektedir. Hizmetkâr tacı önce padişahın oğlunun başına takar. Taç padişahın oğluna yakışır ancak bir türlü hizmetkârın içine sinmez. En güzel yakışanı bulmak ister ve başka bir çocuğa takar. Bütün çocuklarda teker teker tacı denedikten sonra en sonunda bir köşede oturmuş olan kendi oğluna takar. Tacın çocuklar içinde en fazla ona yakıştığını gören hizmetkâr, çocuğu padişahın huzuruna çıkarır ve şunları söyler: “Padişahımız! İsteğiniz üzere tacı bütün çocuklarda denedim ve en çok bu çocuğa yakıştığını gördüm.”

Bunun üzerine hem padişah hem de misafirler gülmeye başlarlar. Çünkü terastaki herkes hizmetkârın oğlunun aslında çirkin olduğunu düşünmektedir. Kahkahalar havalarda uçuşurken padişah hizmetkârına yaklaşır ve kahkaha seslerine karışan sesiyle ona şöyle fısıldar: “Bana kesinlikle bilmeyi dilediğim bir şeyi söyledin. Çünkü güzelliği idrak eden kalptir.”