Sağlık söz konusu olduğu zaman akan sular durur, ilmihalde bile kurallar değişir. Tutamayacak durumda olanlara orucunu kazaya bırakması, ayakta duramayacak olanlara oturarak namaz kılması, yürümekte zorlananlara cemaate gelmemesi gibi geçici çözümler tavsiye edilir. Salgın hastalıklar, çok tehlikelidir. Alınacak tedbirlere sağlam olanların da, hasta olanların da uyması zorunludur. Konuyu hafife almak veya abartarak paniğe kapılmak, salgının katlanarak artmasına sebep olur. Devletimiz hiçbir dönemde, bu kadar kesin tedbirler almamıştı. Durum ciddi. Eğitim öğretime ara veriliyor, kalabalık mekanlar kapatılıyor, bütün maçlar erteleniyor, yaşlıların sokağa çıkması yasaklanıyor, insanlara mecbur kalmadıkça evden dışarı çıkmaması, temizliğe dikkat etmesi tavsiye ediliyor, şüpheliler karantinaya alınıyor vs. Küresel bir tehditle karşı karşıyayız. Konu, siyasetin, ideolojinin hatta dinin daha üstünde ele alınması gereken öneme haizdir.

Camilerle ilgili alınan önlem kararı dokundu. Camilere düzenli gidenler de gitmeyenler de çok etkilendi. Zaten yoksuldu camilerimiz. Gençler gelirse cıvıl cıvıl olacağını, neşeleneceğini düşünerek geçiriyordu ömrünü. Şimdi daha da yoksullaştı. Düzenli müdavimleri olan yaşlıların hayatının tehlikede olduğunu duymak camileri derinden yaraladı. Yeniden dolmak, canlanmak ve şahlanmak istiyor. Dostların, kardeşlerin buluşmasına şahitlik yapmak istiyor. Bazı camilerde, tedbir gereği imamın namaz kıldırmadığını gören cemaatin, kendi aralarında saf tutup içlerinden birinin imamlığında namaz kıldığı haberini duydum. Bu arada yeni durum gereği, namaz kıldırmayan imama sataşmayı da ihmal etmemişler. Bu Müslümanlar, dinimizi yakından tanısalardı, tedbirlerin ne kadar önemli olduğunu bilirlerdi. Efendimiz, bu durumlarda çare bulununcaya kadar herkesin kendi mekanında durması gerektiğini ve bu tür hastalıklardan ölenlerin şehit olduğunu buyurur. Camilerde cemaat olmayı çok istiyorsak, gereken tedbirlere uyarak ülkemizin bu illetten kurtulması için canla başla çalışacağız. Tahminlerim beni yanıltmıyorsa, bu zor günler geçtiğinde, Müslümanlar duygu yüklü olarak camilere akın edecekler.

Bu arada her fırsatta dine saldırmayı vazife bilenlere gün doğdu. Umreden dönenlerden birkaç kişinin yanlışa düşmesi ve karantinadan kaçmaya çalışmasını fırsat bilerek, umreye, hacca, Müslümana, camiye, cemaate, medreseye, evliyaya saldırmaya başladılar. Salyalarını akıtarak içlerindeki kini ortaya döktüler.

Bazıları da halkı teskin etmek yerine tahrik etmeyi görev bildiler. Bir özel televizyon kanalında Korona üzerine konuşuyorlar. Sunucu dışında bir akademisyen, bir de sözcü gazetesi yazarı var. Halk panik içerisinde marketlere koşuyormuş. Söylediklerine göre; 5 kg lık unlar bitmiş. Her saat yenilenen gıda raflarında ürün kalmamış. Maske zaten bulunmuyormuş. Programın sonuna doğru, her zaman yanlarında taşıdıkları masum gösteren maskeyi takarak, insanları marketlere koşmamaya, gereksiz maske almamaya ve panik olmamaya davet ediyorlar. Bu halleri bile buram buram felaket tellallığı kokuyor. İzleyenler zannedecekler ki, ülke ayağa kalkmış, panik içerisinde ne yaptığını bilmiyor. Nerede inceleme yaptıkları belli değil. Birkaç boş rafın önünde röportaj yapmışlar. Bu adamları öncelikle samimi olmaya, maskelerden kurtulmaya, Anadoluyu gezmeye ve gerçekleri konuşmaya davet ediyorum. Birkaç gün önce henüz yasaklanmamışken, tıraş olmak ve alışveriş yapmak için çarşıya inmiştim. Millet, sağlık bakanlığının önerdiği 14 kuralını ezberlemiş, önlemini almış ve her zaman olduğu gibi normal hayatına devam ediyor. Bir tane maskeliyle karşılaşmadım. Halk, ihtiyaç olmadıkça maske takmanın gereksiz olduğunun bilincinde. Herkes, işinde gücünde. Önceki haftalardan farklı olarak, yeni gündemle ilgili şakalar çoğalmış. Yüzler gülüyor. Özellikle gıda konusunda, o kadar rahat konuşuyorlar ki. Satır aralarında, mimiklerde ve davranışlarda tevekkülün izlerini görmek mümkün. Kayı selamı çok yaygın hale gelmiş. Bazıları, bu selamın üstüne, "Sen kardeşimizsin, temizliğine şahidim." diyerek bir de kucaklaşıyorlar. Sonra da herkes birbirini; "Dikkatli olalım, şimdi böyle yaptık ama iş ciddi görünüyor." diyerek uyarıyor. Vatandaşımız gayet sakin. O tür programları izlerken dahi, yapılmak istenenin farkındalar. Formun Üstü

Evde kalmak zoruna gidenler için bir hatırlatmam olacak. Zoruna gitmesin kardeşim. İş bulamadığın ve cebinde metelik olmadığı için eve mahkum olabilirdin. Sığınacak bir çatın varsa, kendini mutlu addederdin. Herkesin; sokakları, alışveriş merkezlerini, eğlence yerlerini, lokantaları doldurduğu saatlerde sen de sokağa çıkardın. Cep engeli nedeniyle otobüse binemediğin için dalgın dalgın dolaşmaya başlardın. Güzel bir yemek kokusu duysan, aklına çocukların gelir, yutkunur kalırdın. Eşinin istediği kıyafeti görürdün vitrinde. Dert yüklü gözlerini başka tarafa çevirirdin. Kasabın, manavın önünden geçerken belin iyice bükülürdü. Her taraf açık, her şey serbest olduğu halde, kendi kendine seslenirdin; "Evde kal, en iyisi evde kalmak." Bir de bu pencereden bak kardeşim. Biz isyanı öğrenmedik. Her halimize binlerce şükür. Geçici sıkıntılara katlanmayı, dizimizi kırıp evde oturmayı, devlet-millet el ele vermeyi ve Allah'ın izniyle bu badireleri atlatmayı çok iyi biliriz. Yeter ki, insanlığımızı, imanımızı, vicdanımızı kaybetmeyelim.

Evi otel gibi kullananları duyardık. Gece yarılarına kadar kahve köşelerinde ve çeşitli mekanlarda pinekleyenler, yatma vaktinde eve gelirler, sessizce içeri girerlerdi. Bazıları da sohbetlerden, yoğun koşuşturmalardan, evin yolunu unuturlardı. Evden sık sık ama en az süre ile çıkanlar, camilere gidenlerdi. En fazla yarım saat içerisinde geri dönerlerdi. Çocuklar, anne babalarıyla, ebeveynler çocuklarıyla hemhal olmayı, birbirlerinin özelliklerini tanımayı, fedakarlığı, özlemi, hasreti unutmuşlardı. İnsanın fıtratı, aile ile yaşamaya uygun yaratılmıştır. Bu sebeple doğan çocuklar, suya giren balık gibi olurlar. Farklı ailelerde büyüyen iki genç, evlendiklerinde çabucak birbirlerine adapte olurlar.

Bu arada kenetlenmeyi iliklerimizde hissettik. Sadece sağlıkçı kardeşlerim değil, askerim, imamım, polisim, esnafım, temizlikçim, siyasetçim, sucum, elektrikçim, muhasebecim, öğretmenim, şoförüm, yaşlım, gencim, kadınım, erkeğim hep birlikte çalışıyorlar. Dertten, illetten kurtulmak için ilan edilen seferberlikte, ailenin her ferdi kendine düşeni yapıyor. Çünkü biri olmasa, diğerinin eksik kalacağını çok iyi biliyor. Bir duvarın tuğlaları gibi birbirimizi ayakta tutuyoruz. Birisi hastanelerden, diğeri sokaklardan, bir başkası yurtlardan, başka birileri okullardan, birileri de sınırdan kovalıyor mikrobu. Gönülleri gibi bulundukları mekanları da tertemiz etmek için çırpınıyorlar. Bazen askerim kendini feda ediyor, bazen öğretmenim. Yere ve zamana göre görevlerin ağırlığı değişiyor ve her vatandaşım, kendine düşen vazifeyi ve fedakarlığı fazlasıyla yapıyor. Bu sebeple, herkesin ellerine, yüreğine sağlık. Biz birlikte güzeliz. Bugün sağlıkçı kardeşlerime alkış tutarken, gözümün önüne bütün milletimin fert fert yaptığı fedakarlıklar geldi. Her biri ayrı ayrı alkışlanmaya değerdi. Hiçbirini diğerinden ayırt etmem mümkün değildi. El eli yıkar, el de yüzü yıkar. Su akmadan temizlik, temizlik olmadan sağlık olmaz. Güvenlik olmadan hiçbiri olmaz. Memleketimin her çiçeği ayrı güzel.

Hülasa-i kelam, korona sayesinde insanlar, fabrika ayarlarına dönmeye başladı. Herkes evine, özüne döndü. Bu illet gitse dahi, vazgeçemeyecekleri güzellikleri gördüler. Yine dışarı çıkacaklar ama evlerini, ailelerini ihmal etmeden. Emekli olursam evde ne yaparım diyenler, bu sınavdan başarıyla geçtiler. Babaların varlığının farklı olduğunu tattı aileler.