Bundan 20 yıl önceydi.

İstanbul’da rutubeti ciğerlere işleyen bir evde oturuyorduk. Evimizde, yüksekçe bir dolabın üstünde, rahmetli nenemin Kahramanmaraş Tekke’deki fakirhane avlusunda sacın üstünde pişirdiği “yuka ekmekler” dururdu. Camekan dolabın içinde de Necip Fazıl Kısakürek külliyatı… Ayrıca koca bir kutu tarhana, bulgur, salça. Egzoz dumanları, körüklü otobüsün sıcağı ve mahşeri kalabalıkla Kahramanmaraş’ta erzakların hazırlandığı her zahire döneminde -sanki açlıktan ölecekmişiz gibi- Harem’e sabah erkenden gider, bize gönderilen bu saydığım yiyecekleri Aksu Turizm’in otobüsünden alır kan ter içinde eve taşırdık. Babamla en çok vakti bu odada geçirirdim. İşten eve geldiğinde camekanlı dolabın başına gider, Necip Fazıl’ın “Çile” eserini bulup çıkarır ve beni başına oturtup ondan mısralar okurdu. O zamanlar Necip Fazıl Kısakürek’in hemşehrimiz olduğundan haberdar değildim. En çok hatırladığım mısraı da –ezberden yazıyorum- şu olmuştur:

“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;

Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...”

Derken yıllar geçti fakir kardeşiniz lise talebesiyken, Üsküdar’daki Yeni Valide Cami karşısındaki sokak ortasına atılmış taburelerden müteşekkil çay bahçelerine oturur; ülkücü ağabeyleriyle, –kendisini kurtarmaya dahi çok uzakken- vatanı kurtarmaya çalışırdı. İşte bu sohbetlerin birinde, Kahramanmaraşlı olduğumu bilen bir ağabey; ufuklara doğru bakıp çayından bir yudum aldı, yurdun en sert tütünlerinden birini ciğerlerine çekti ve dudaklarından Abdurrahim Karakoç’un şu mısraları dökülüverdi:

“Otuz yıl ağladın hep yana yana

Yeter, yazık diyen olmadı sana

Vefasız dostluğa kalleş zamana

Gülmek istiyorsun bırakmıyorlar

***

Yıllar boyu uykuların bölündü

Uçacakken kanatların yolundu

Hayat hakkın vardı elden alındı

Ölmek istiyorsun bırakmıyorlar”

Ben o zaman da ne Karakoç’un Kahramanmaraşlı olduğunu bilirdim ne de bu şiirine tevafuk etmiştim. 

Aradan birkaç yıl geçti. Sarıyer’de Behçet Kemal Çağlar Lisesi’nde okuyan bizim reşidimiz bir genç varmış. “Komünisttir” dediler. Vesile olan diğer bir ülkücü arkadaşım Yasin, “Abi, illa da seninle tanışmak istiyor. Senden çok bahsettim. Çocuk bu yaşında sahaf işletiyor. Entelektüel, dolu bir çocuk.” deyince kıramadım. Çocuk “Teferruat Fanzin” isimli bir yayın çıkarıyormuş, karşıt görüşlü biriyle münazara edecek, bunu da yayımlayacakmış. Beni de o yüzden davet etmiş. Tabii, benim de fikirlerime tam bir imanım ve kabiliyetlerime tam bir itibarım var. Atladık Beyoğlu’nda oturduğu kafeye gittik. Girer girmez tanıdık bir ses duydum, Âşık Mahzuni Şerif’den İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahımçalıyor. İlyada da türküye kendince eşlik edip kederleniyor:

“Haydi dolaşayım yüce dağlarda

Dost beni bıraktı ah ile zarda ah ile zarda

***

Ötmek istiyorum viran bağlarda

Ayağıma cennet kiralansa da”

Tahmin edeceğiniz gibi, ben o zaman Âşık Mahzuni’nin de Kahramanmaraşlı olduğunu bilmiyordum.

Şimdi yaşım 30’a dayandı.

Kafamı nereye çevirsem, kader beni hangi şehrine sürüklese memleketimden bir iz görüyorum. Geçtiğimiz günlerde Ankara Yenimahalle’de Mehmet Akif İnan adı taşıyan bir ilkokul gördüm. Örnekler çoğaltılabilir: İstanbul’da Güngören ilçesinde Erdem Beyazıt Kültür Merkezi, Eskişehir Tepebaşı ilçesinde Necip Fazıl Kısakürek Ortaokulu, Konya Meram’da Nuri Pakdil Anadolu Lisesi, Bursa İnegöl’de Sezai Karakoç Ortaokulu ve benzeri gibi yüzlerce şair ve yazarın adıyla yaşayan binlerce eser var.

Kahramanmaraş müktesebatı olan bir şehir… 

Bu şehrin evlatları, Türkiye’nin fikir dünyasını genişletmişler, politik görüşlerin temsilcileri olmuşlar, milyonları arkalarından sürüklemişler. Gelelim şimdiye… Bugün de bu şehrin sinesinde gizlediği birçok cevher, yaşanan küçük kıyamete rağmen şehrine sımsıkı tutunmuş vaziyette. Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen şiir ve edebiyat günleri ile UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı ile sürdürülen diplomasi inşallah bu cevherlerin uluslararası platformda tanınmalarını sağlayacak.

Genç hemşehrilerime de mümkün mertebe okumalarını ve yazmalarını tavsiye ediyorum. Çünkü ben de Kahramanmaraşlı olduğumu bu müktesabata dokunarak, birikimlerinden istifade ederek yeni yeni anlıyorum. Okuduğumuz, yazdığımız nispette Kahramanmaraşlıyız. Yeni Erdem Beyazıtlar, Abdurrahim Karakoçlar olmak zorundayız. İftihar etmek yetmez, şehrinizin gücünü ve tarihi birikimi fark ediniz, bu birikime iştirak ediniz.

Ömer Kara Özgeçmiş:

1995 doğumlu Kara, İstanbul Üsküdar'da yaşamış ve 2017 yılında memleketi Kahramanmaraş'a dönmüştür. Kara; Trakya Üniversitesinde aldığı Sanat Tarihi eğitiminin ardından, Ege Üniversitesinde Tarih Bölümü öğrencisiyken bölücüler tarafından şehit edilen Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nun hatırasını yaşatmak için lisans eğitimini Tarih Bölümü okuyarak tamamlamıştır. KSÜ'de Genel Türk Tarihi, Sakarya Üniversitesinde ise Mahallî İdareler ve Şehircilik programlarında yüksek lisans yapmaktadır.

Kara, 2011'de TRT Avaz'da "tripot taşıyarak" başlayadığı gazetecilik mesleğine halen devam etmektedir. Onlarca şiir, makale, kitap ve röportajda imzası bulunan Kara ayrıca, Türkiye'nin en eski hakemli dergilerinden Türk Yurdu'nda yayımladığı "Nursultan Nazarbayev İdaresindeki Kazakistan’ın Türk Dünyasına Bakışı (1991-2019)" başlıklı makalesiyle dergi tarihinin en genç akademik makale yazarı unvanını almıştır. Gazetecilik mesleğinin yanı sıra Kara, ulusal yayıncılık kuruluşlarından Mavi Gök Yayınları ve Demlik Mecmua'da yazarlık ve editörlük yapmakta; Yeni Tanin ve Hemşehrim adlı yeni medya platformların ise Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmektedir.