29 Mayıs 2020 Cuma’sının içerisinde bulunduğu hafta, duygu ve coşku yüklü bir hafta olarak tarihe geçti. Haftanın ortasında, 27 Mayıs’ta “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” nın açılışı yapıldı. Çünkü, Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamına sebep olan ve halk iradesini yok sayan ilk darbe, bu tarihte yapılmıştı.

Zulmüyle maruf Yassıada yerle yeksan edilerek yeniden inşa edildi. Böylece düşman ülkelere ve içerideki hain uzantılarına, yeni bir devrin başladığı, halk iradesinin hiçbir engel tanımayacağı ilan ediliyordu. Bu, aynı zamanda bir meydan okumaydı. Bir gün önce, yani 26 Mayıs tarihinde, 28 Şubat’ın baş aktörlerinden İsmail Hakkı Karadayı’nın ölümü, açılışı daha anlamlı hale getirdi. Dönemin çilesini çeken hiç kimse, bu sözde komutana hakkını helal etmiyordu.

Unutulması imkânsız, kayda değer, büyük bir buluşma gerçekleşti 29 Mayıs Cuma günü. Uzun bir aradan sonra, ilk defa Cuma namazı kılınacak ve camiler, günde iki vakit ibadete açılacaktı. Belki Ayasofya’nın açılışı ertelenmişti ama bu durum da çok önemliydi. Haftalarca (74 gün), toplu halde, Yüce Huzur'da toplanmaktan mahrum kalan mü'minlerin yaşadığı heyecan, görülmeye değerdi. Tedbirler kapsamında saflar çok seyrek olsa da gönüller iç içeydi. Açık alanlarda esen rüzgarın, kardeşliğin yaydığı sıcaklığı serinletmeye gücü yetmiyordu.

Yaratıcı'nın huzurunda boynunu büken insanlar adeta; "Allah'ım! Bizleri affet. Gidecek başka kapımız mı var? Ne olur, yüzümüze kapılarını kapama!" diye yalvarıyorlardı. Gözlerinden yaş akıtanlar, uzaklara dalanlar vardı. O kapılarla camileri, mescitleri değil, huzura kabul edilmeleri kastediyorlardı. Nitekim o gün, okul ve camilerin bahçelerinde, cadde ve sokaklarda, parklarda ve spor sahalarında müthiş bir vuslat yaşandı. Kapıların ardına kadar açık olduğunu yüreklerinde hissetti insanlar.

Devlet, millet el ele vermişler, Rablerinin huzurunda toplanmışlardı.

Müthiş sahneler yaşanıyordu. Yaşı gereği yasaklı olduğu için cemaate dahil olamayan bir amcanın, ağlayarak uzaktan cemaati seyretmesi, güne damgayı vuran fotoğraf olarak akıllarda kaldı. Batıpark futbol sahasında secdeye giden insanların fotoğrafı da ondan aşağı kalmadı. İşte devlet, iktidar, bunun için önemli. Yürekler bir attı Cuma gününde. Diyanet, mülki amirler, belediyeler, Gençlik ve Spor, Milli Eğitim, Sağlık, Güvenlik, bütün kurumlar, vatandaşın maneviyatına hizmet etmek için kolları sıvamışlar, mükemmel bir hazırlık yapmışlardı.

29 Mayıs, aynı zamanda İstanbul’un fethinin 567. Yıldönümüydü. Heyecan doruktaydı. Acaba Ayasofya camiye çevrilir miydi? Bu sene, Ayasofya’da Cuma namazı saatinde Fetih suresi okunması kararını aldı hükümet. Bu bile birilerinin korkmasına, havalara zıplamasına sebep oldu.

Bir gazetenin köşe yazarı, “ülkede yüz binden fazla cami varken, Ayasofya’nın ibadete açılması yanlış olur. Ayrıca yanı başında Sultanahmet Camii’nin olduğunu da unutmamalı.” diyordu. Arkasından da; “Bunlar, Fetih suresi okumakla kalmazlar, devamını getirirler.” Diyerek gerçek korkusunu dile getiriyordu. Esas meselenin ibadet olmadığını, ya anlamaktan acizdi ya da çok iyi bildiği için bu duruma karşı çıkıyordu.

Korkmakta haklıydı. Kamuoyunda Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla ilgili çok büyük beklenti vardı ve Reis de bu beklentiye sıcak baktığını saklamıyordu. Ancak yeri ve zamanı vardı.

Bu sene fetih kutlamaları, önceki yıllarda olmadığı kadar coşkulu geçti. İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu’nun hiçbir etkinlikte yer almaması, programlara destek vermemesi kimseyi şaşırtmadı. Salgın döneminde yeni yapılan hastaneye giden yolu yapamayacağını söylemesine de kimse şaşırmamıştı. İstanbul’da her şeyin yerli yerinde olmadığı herkesin malumuydu.

Anlaşılan daha yapılacak çok iş var. Yine, müjde dolu, güzel haftalarda buluşmak ümidiyle…