Devletlerarası siyasetin şekillenmesinde düşünce kuruluşlarının büyük etkisi vardır. Bu düşünce kuruluşları ortaya attıkları fikirlerle mensubu oldukları ülkelere politik manevra alanları oluşturur. Bu fikirlerin tamamı hakikati yansıtmak yahut mutlak fayda sağlamak amacı gütmez. Kriz ortamında bazen %5 gibi küçük bir karı hesap ederken bazen uygun ortamda %100'e varan kazançlar sağlayabilir. Dolayısıyla her şartta kar eden bir devlet politikası henüz keşfedilmiş değildir. 

Ülkemizin maalesef ki düşünce kuruluşları açısından zengin olduğu söylenemez. ABD'de yahut AB ülkelerinde tecrübeli siyasetçiler, bürokratlar ve generaller emeklilik evresinde bu düşünce kuruluşları içerisinde görev alırlar. Hatta ABD başkanlarının birçoğu  emeklilik evrelerinde devletlerarası politikalarda ara buluculuk görevini üstlenirler.

Ülkemizde ise bu tarz bir yapılanmadan ziyade vakıf, dernek yahut büyük şirketlerin danışmanlığını yapanlar olsa da devlet adına etkili bir görev aldıklarına pek rastlanmamaktadır. Psikolojik harp tekniklerinin göz ardı edilmesi maalesef ki ülkemiz adından sıkıntılar doğurmaktadır. Hükümet politikası ile devlet politikasını birbirine karıştıran halk ise yapılacak her hamleden hükümeti sorumlu tutmaktadır. Oysa devlet idaresinde görevli olan  bürokratların resmi kimliklerle yapamayacaklarını yapacak kurum ve kuruluşlara ihtiyaç vardır.

Bu gün Türkiye'nin İsrail, Rusya ve AB politikasındaki hamlelerini şahsen yadırgamıyorum. Dünyanın merkezi durumunda olan bölgemizde ayakta kalmak, büyük hamleler gerçekleştirmek bir çırpıda mümkün olan şeyler değildir. AB'den İngiltere'nin ayrılması öylesine basit bir mevzu değildir. İngiltere'yi Avrupa sınırlarında yer alan bir devlet olarak düşünmek en basit ifade ile saflık olur.

İngiltere'nin Ortadoğu, Afrika ve Uzakdoğu'daki etkinliğini unutmamak gerekir. Ayak bağlarından kurtulan İngilizler daha etkin bir politika gütmeye başlayacaktır. ABD ile ilişkileri paralel olmakla birlikte farklılıklar arz edecektir. Türkiye bu değişimi gözden kaçıramaz. İngiltere ile AB standartları dışında ilişkiler kurmak zorunluluğu doğurmuştur. Şartlar Rusya ve İsrail içinde geçerlidir. Hükümet halkın sesi olarak ve desteğini aldığı halkın duygularına tercüman olacak hamleler gerçekleştirebilir.  

Diğer taraftan devletin yürütmesinden görevli bürokratlar bu duygusallığın dışında yeri geldiğinde reel politika yeri geldiğinde ise komplo teorisi tarzında hamleler ile devletin bekası için hamleler yapmalıdır. Türkiye'nin Filistin yahut diğer mazlum toplumlar için vazgeçmişliğini iddia edebilir miyiz? Ben bu kanaatte değilim. Yıllarca ABD, İsrail ve İngiltere ile sorunlu olan İran'ın politikasında değişmeyi hep birlikte izledik. Politikalarda değişikliğin olmaması abestir. Ortadoğu'da kaypak bir politika izleyen bir ortağınız var ise ve bu ortağınızın öz kardeşi politika değişikliğine gitmiş ise Türkiye'nin de politika değişikliğine gitmesinden daha doğal ne olabilir ki? Duygusallığa gerek yok! Rusya ve İsrail ile sözde İslam devletleri gece gündüz hem siyasi hem de ekonomik ilişkiler geliştirirken Türkiye gibi bölgenin önemli bir aktörünün tek ve değişmez bir politika ile hareket etmesi mümkün değildir. İsrail-Rusya, Rusya-ABD ve AB-Rusya, Rusya- Arap ülkeleri, İsrail-Arap ülkeleri ve ABD-AB  ile Arap ülkelerinin ilişkilerinin kopma noktasına geldiğini hiç gördünüz mü?

Diğer taraftan istisnasız Azerbaycan dışında bize her an ve her anlamda destek olan bir İslam ülkesi gördünüz mü? Dolayısıyla Türkiye ulusal çıkarları için onurlu olmak kaydıyla her türlü siyasi ilişki kurmak zorundadır ve bunda bir beis yoktur. Duygusal hamlelerle bölgede ayakta kalmak oldukça güçtür. Türkiye'nin zalime zalimsin demesinin önünde engel yoktur. Eğer ki yukarıda bahsettiğim düşünce kuruluşları olsaydı Türkiye'nin hamleleri daha kolay olurdu. Netice itibariyle Türkiye bölgede güçlü kalabilmek, dünya politikasında yalnız kalmamak adına dönemine göre politik hamleler yapmak mecburiyetindedir. Dolayısıyla buna gücenmenin de bir manası yoktur. Bazı antlaşmalar Hudeybiye misali olur, bazıları 1533 İstanbul Antlaşması gibi... Gün gelir kaybedilmiş gibi görünen bir antlaşma büyük bir zafer ile neticelenir.

Son hamleler Türkiye'nin çok cepheli politika geliştirmesi gerektiğini gösteriyor. İnşallah ülkemiz adına temsil ettiği mazlum milletler adına hayırlı sonuçlar doğurur. Unutmayın dünya politikasında yalnızlık felakete sebebiyet verir. Düşmanların saflarını sıklaştırmasına imkân sağlar. Bir gün  süper güç olur isek yine yanımızda İsrail, Rusya, ABD yahut İngiltere olabilir lakin kararları biz verebiliriz. Kanuni Sultan Süleyman döneminde bile Fransa'yı yanımızda tutmaya ihtiyaç duyduk. Fatih zamanında Ermenileri yanımıza aldık. II. Beyazıt Yahudileri ölüme terk etmedi. Fatih Venedikliler ile ittifak niteliğinde antlaşmaya imza koydu. Dolayısıyla önce Anadolu'yu ayakta tutmak sonra dünya siyasetine yönelmek ve gücümüz oranında aktör olmak lazım. Duygusal ve hamaset kokan ifadelerle ahkâm kesmek doğru bir yol değildir. Buradan hareketle kalkıp devlet politikasını ve hükümeti eleştirmek şuan duygusal yaklaşımdan başka bir şeyi ifade etmez.