“Savaşlar olmasaydı tarih olur muydu?” sorusuyla başlamak isterim. Savaş insanlığın hayata verdiği anlam bütünlüğünün, atılan top mermileriyle yok edilişi ve darmadağın oluşu ise tarih denilen şey, insanlığın var olmak için verdiği, yok oluş mücadelesinin kısır döngüsünün kahramanlık hikâyesidir.

Savaş zamanında ve sonrasında o kadar çok “kazananlardan” bahsedilir ki insanlar artık “kaybedenleri” merak etmeye başlar. Hâlbuki Dünya, tarihine baktığınız yere göre değişen kazananlar ve kaybedenlerle dolu bir sahne. Değerler uğruna savaşan insanların savaşırken kaybettikleri değerlerle dolu.

Savaşların ümitsizlik, kaygı, korku, yok olma endişesinden doğan, otoritenin zayıfladığı ve otorite zayıfladıkça kaybedilen değerleri kazanmak için yeniden harekete geçişin adı olarak da görmek mümkün. Her otorite zayıflığı daha güçlü otoriteler tarafından kontrol edilmeye kalkışıldıkça, zayıf düşenlerle ona taraf olanlar ve onu ortadan kaldırmaya çalışanlar arasındaki bir mücadele olarak karşımıza çıkmakta. Oysa savaşın kazanan tarafı yoktur. Hem savaşa dâhil olanlar hem de dışında kalanlar kaybeder. 

Ancak savaş kimi zaman bir zorunluluktur. Var olma zorunluluğunun getirdiği bir sonuç.  Savaşın tozu dumanı içinde doğan medeniyetler, medeniyetleri öncesi gördükleri toz duman üzerine temelleri atılan zafer  hikayesi.

 

İnsanı yüceltmeyen her medeniyet yıkılmaya mahkumdur, İnsanlığı imar etmeyen her medeniyet yıkıcıdır, yozdur. "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın", ruhu kazanıncaya, insan kazanıncaya kadar..

 

Tarihlerin yazdığı bizim hatırladıklarımız, onu yaşayanlar ise zaten cephede kaldılar. Onlar için övgülerimiz ve onların çocukları olan bizlerin, köklerimize olan saygımızın anlamı ise varlığımızı sürdürmek için verdiğimiz savaşlarımız.


"Her savaş büyük ya da küçük, insanlığın kollektif ruhunda oluşturduğu sonuçlar itibariyle sosyal, ekonomik, ahlaki, psikolojik ve kültürel mirası bırakır."  Savaş sonrası savaşın anlamlılığına inanlarla, savaşın anlamsızlığına inananların savaşından doğan yeni dünyanın, barışa koşmak için savaşı kullanması garip bir tezat. Ortaya çıkan sonuç, medeniyetlerin var olmak için savaşmak zorunda kaldıklarıdır.

Barışı korumaya yemin eden savaşçıların varlığı ne kadar anlamlı ise, barış için savaşmayan miskin ve korkak ruhlar da o kadar anlamsız geliyor insana.

I ve II. Dünya savaşından doğan modern dünyanın 100 yıldır yarattığı değerlerin doğruluğunu ispat için insanlığın III. Dünya savaşına doğru koşmadığını kim söyleyebilir?
Savaşların doğurduğu medeniyetin yeni doğum sancısı!

Savaş hoşumuza gitmese de insanlığın, insan olma ekseninden kaymaya başlamasıyla, insan bilincin, bu ekseni kaydıran, insanlığı kendi küresel çıkarları için yok sayanlara karşı verdiği, mücadelenin adı.

Bu nedenle bir savaşı, insanların insanlık tarihi sürecinde imar ettiği, insanlık eserinin yine onu yok etmeye çalışan hem türlerine karşı verdikleri mücadele olarak görmenin zorunlu olduğu bir durum olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.

Tarihin kazananı, savaşa direnenler kadar, savaşa zorlayanlarla savaşanların olacak. 
Her medeniyet kendi zaferini yazarken, kaybeden taraf, yine insanlık yolunda ilerlerken alıkonulmuş insanlık olacak. 

Tarihin yazdığı savaşların geride bıraktığı taş toprak enkazının imarı kolay iken mirasçılarının ruhlarında yarattığı enkazın imarı yüzyıllar süren medeniyet inşasını gerektirebilir.

Bir gerçek var ki; insanlık yokluğu paylaşmayı öğreninceye kadar, varlığı paylaşamayanlarla mücadeleye devam edecek.

 

Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com Nadir Yıldırım