Aradan çeyrek asır geçmesine rağmen halen bin kurbanının kayıp olduğu bu büyük trajedi sadece Bosna Hersek'in değil tüm insanlığın adalet arayışının sembolü haline geldi.

Kanlı Sırp saldırganlığı başladığında, dünyanın her yanından, 5 bin kadar Müslüman Bosna-Hersek’e koşmuş, içlerinden yüzlercesi de burada şehit oldu.

Bu şehitlerden biride Kahramanmaraş’ta Bosna’ya savaşmaya giden ve 1993 yılında şehit olan Ali Pınarbaşı.

Kahramanmaraş’ın Türkoğlu ilçesinde doğan ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yüksek öğrenimini sürdürürken kitaplarını satarak Müslümanların safında savaşmak için Bosna’ya giden Ali Pınarbaşı, cephede 10 ay savaştıktan sonra 1993 yılında şehit oldu.

Oğluyla ilgili anılarını anlatan Ali Pınarbaşı’nın babası yılar önce verdiği röportaj’da şunları anlatıyor;

“Oğlum, daha altı yaşındayken, Kur’an okumayı ve araştırmayı çok severdi. Yeni harflerle okumayı öğrendikten bu yana ise, her türlü, dergi ve gazeteyi okur, tahlil ederdi. Öğrendiği doğruları başkalarıyla paylaşır ve kendisi de uygulamaya çalışırdı.

Başkalarının etkisinde kalmaz, kendisini ilgilendiren konularda, kendisi kara verirdi. İlkokuldan sonra, yatılı okulların sınavına katıldı. Türkiye genelinde 55. sırayı almış fakat O, İmam Hatip Lisesi’ni tercih etmişti.

Boş zamanlarını okuyarak ve düşünerek geçirirdi. Çok yere sabaha kadar oturup, namazı kıldıktan sonra yattığına şahit olmuşumdur. İslami gururunu ön planda tutardı. O’nun en büyük arzularından biri, içinde yaşadığı toplumun alt yapısının oluşmasıydı. O’nun için kendisinden küçüklerle ve kendi çağındaki gençlerle düşüp-kalkar, onlara öncelikle islamı anlatırdı. Yakınlarıyla ve büyükleriyle konuşurken de, tağuti sistemlere karşı alınması gereken önlemlerden bahseder, insanların duyarsızlığından şikayet ederdi. Kur’an ve sünnetten kaynak getirmeden konuşmamaya dikkat ederdi.

İslami tebliğde, Hz. Peygamber (sav)’in metodunun uygulanmasını savunurdu. Toplumu Hakk’tan Bâtıl’a düşmüş bir toplum olarak değerlendirir, günümüz imkânlarından yararlanarak, cahiliyye şartlarına uygun tebliğ metodunun uygulanmasını isterdi.

Oğlunuz Bosna’ya gitmeden önce size sordu mu? Kararı nasıl karşıladınız?

Daha önce belirttiğim gibi O, kendisini ilgilendiren işlerde, kendisi karar verirdi. Bunda da öyle oldu. Kendisi Bosna’ya gitmeye karar vermiş, bize de ipuçları vererek meseleyi anlatmaya çalıştı.

Bize “Bosna’lı çocuklardan kaç tane alıp beslemeyi istersiniz?” diyordu.

Türkiye’nin ve diğer Müslüman ülkelerin Bosna Hersek’e karşı duyarsızlığından, oradaki Müslümanların ‘Hıristiyan Birliği’ demek olan BM’in insafına terk edilmiş olmasından şikayet ediyordu. Bu sebeple karar benim için sürpriz olmadı. Hep hakkında hayırlı olması için dua ettim.

Oğlunuz Bosna’ya gittikten sonra O’nunla hiç haberleştiniz mi?

10 Eylül 1992’de Bosna Hersek’in Travnik kentinde mücahitlere katıldığı, arzu ettiği cihada fiilen katıldığı haberini aldık.

Cevabi mektubumda; depreşen bir baba şevkat ve merhametiyle “Oğlum Sırplar zaten kafir, bu bir gerçek, sen oraya gitmeyi tercih ettin. Oysa bu toplumda da kurtarılmaya muhtaç. Buradaki müstekbirler ve iş birlikçileri ne olacak? Sen önce bunlarla mücadele etseydin daha iyi olurdu” şeklinde yazdım.

Bu mektubumun O’na ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Ancak şimdi anladım ki, hem bana hem de tüm insanlığa gerçek nasihatı o yapıyordu. Bir mektubunda; “Fitneden eser kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın…” Ayet-i Kerimesi’yle bizleri uyarmıştı.

Şehadet haberini nasıl aldınız? Tavrınız ne oldu?

Şehadet haberi İstanbul ve Konya’daki, Bosna Cihadı’yla ilgilenen İslami kuruluşlar tarafından, önce çağırarak, münasib bir dille söylendi.

Zaten böyle bir habere ruhen hazırlıklıydım. “İnna lillahi ve İnna ileyhi raciun” diyerek kendimi ve ali efradımı teselli etmeye çalıştım.

Zaten, Allah razı olsun, Müslümanlar bizi hiç boş bırakmadılar. Ölüm haberi sevince dönüştü. Şehadet muştusu, bir şehid babası olmak, beni çok sevindirdi. Görüştüğümüz; görevi imamlık olan ağabeyi ise kardeşinin kendisine “İnsanlara doğruları anlatmasını, hakk’ı gizlerse Bel’am olacağını ve mahşerde kendisini çetin bir azabın bekleyeceğini” sürekli olarak ikaz ettiğini söylüyordu.