Bu coğrafya; Dünyanın merkezi konumundadır. Birçok, devletlere başkentlik yapmış, savaşlar görmüş, istilalarla karşılaşmış, bazen de yağmalanmıştır. Bugün; hava, kara, deniz ve demiryollarının kesiştiği, sanayi, ticaret ve finans merkezi olmanın yanında, camileri, sarayları, türbeleri, denizi ve doğal güzellikleri ile Dünyanın turizm ve sağlıkmerkezi konumundadır.

İslam medeniyetinin oluşmasında camilerin çok önemli bir yeri vardır. Bu anlamda, Hz. Peygamber, ilk fırsatta, imkân bulduğu anda, camilerin inşasına öncelik vermiştir. Hicrette daha Medine’ye ulaşmadan, Kuba Mescidini yapmıştır. Akabinde Medine’ye gelir gelmez, bineğinden inmeden, Mescidi Nebevinin yerini tayin edip, bir an önce yapılması için çaba göstermiştir. Bu durum, İslam medeniyetinin oluşmasında, camilerindeğerini, anlamını ve önceliğini ifade etmesi bakımından ayrı bir öneme sahiptir.

Bir belde, İslam’la şereflendiği andan itibaren, mabeteksenli, yeni bir dini ve sosyal hayat oluşmuştur. Bu bağlamda, Beytullah, Mescidi nebevi, Mescidi aksa ve Kuba Mescidi, ilk dönem İslam toplumlarında etkisini gösterir. İslam medeniyetinin, kültürünün, sanatının, estetiğinin, ticaretinin ve tarihinin şekillenmesinde, kurumsallaşmasında ve toplumun şekillenmesinde Mescidi Nebevi bir başlangıç merkeziolmuştur.

Bir bölge fethedildiğinde, İslam anlayışında bir gelenek olarak, İslam’ın sembolü, devletin güç ve ihtişamının yanında, Müslümanların birlik ve beraberliğini, ifade etmesi bakımından camilere öncelik verilmiştir. Bu anlayışa göre, ilkmabetler, namaz kılma mekânlarının yanında, çevresinde oluşan medreseler, şadırvanlar, hamamlar, aşevleri, misafirhaneler ve çarşılar, gelişen ve değişen şartlar içerisinde, kurumsallaşmıştır. İslam medeniyetinin, kültürünün, estetiğinin, bilgisinin, kardeşliğinin, beraberliğinin, kaynaşmanın ve paylaşmanın merkezi haline gelmiştir.

Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Kudüs, Şam ve İstanbul; bu değerlerin oluşması noktasında model şehirlerdir. İstanbul'un fethiyle Ayasofya, bu özelliklerle özdeşleşen cami konumunu almıştır.

İstanbul’da, devletin ve dini değerlerin yerleşmesi bağlamında, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi önemli bir dönüm noktasıdır. Ayasofya fethin sembolüdür. Ayasofya’nın çevresinde oluşan medrese, şadırvan, çeşme, sebiller, han ve hamamlar, çarşılar, İstanbul’da açılan ve balkanlara yayılan, sonraki camiler içinde bir model olmuştur.

Fethin yerleşmesi, İslam’ın bir sembol ve değer olarak farkındalık oluşturması anlamında Fatih Sultan Mehmet, Bizans'ın bittiğini, Osmanlının bir cihan devleti, İslam’ın da yeryüzünün en kadim bir medeniyeti olduğunu göstermiştir.

Ayasofya’nın, yeniden cami olarak ibadete açılması, vahiy kapsamında değerlendirildiği zaman, ne kadar önemli olduğu daha da iyi anlaşılacaktır.

Vahye dayalı inançlar açısından ele aldığımızda, mabetler Allah’a kulluğun yapıldığı mekânlardır. Allah’ın evleri olarak nitelendirilir. Kâbe örneğinde olduğu gibi. (1 Bakara 2/125, Hac 22/26).

Kâbe, Mescidi Nebevi, Mescidi Aksa, Ayasofya ve dünyanın başka yerlerindeki mabetler aynı konumdadırlar. Onların korunması ve yaşatılması için gösterilen çabalar, karşılığını o mabetleri kutsal olarak kabul eden halk tarafından fazlasıyla önemsenmiştir. Bir ilahi ilke olarak, Allah’ın mescitlerine kimim sahip çıkıp, imar edeceği açık bir şekilde ortaya konulmaktadır.

“Allah’ın mescitlerini ziyaret etme ve oraların bakım ve gözetim hizmetlerini yürütme işini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Allah'tan başka hiç kimseden korkmayanlar yapabilir. İşte onların doğru yola ulaşanlar oldukları umulur” (Tevbe; 9/18)

Müşriklerin veya inkârcıların zaten böyle bir şey yapmaları söz konusu değildir. (Tevbe; 2/18) Ayrıca Allah’ın mescitlerinde ibadet yapılmasına ancak zalimler engel olur ve bu işi yapanlar zulmün en üst noktasında olanlar olarak anılmayı hak ederler. (Bakara 2/14)

Ayasofya başta olmak üzere, tüm camilerimizi ve mescitlerinizi sadece namaz kılınan bir mekân olmaktan çıkarıp; tevhidin, adaletin, muhabbetin, yardımlaşmanın, ilmin ve öğretimin yer aldığı, kısacası hayatın anlam bulduğu mekanlar kılalım. Bu bağlamda “Biz senin için apaçık bir zaferin önünü açtık” (Fetih 48/1) müjdesine kavuşmuş olalım.