Egemenlik: Hâkimiyet, hâkim olma, hükmünü yürütme gibi anlamları vardır. Bir ülkede veya her hangi bir toplumda geçerli olacak kuralları ya da kanunları belirleme gücüdür. Egemen olan kendi koyduğu kuralları uygulama ve yürütme gücüne de sahiptir. Bu güç yoksa egemen olamaz. 

Egemenliğin bir iç bir de dış boyutu vardı. Dış boyutu bağımsızlıktır. Bir millet kendini yönetecek kişilere ve kurallara kendisi karar verebiliyorsa bağımsız ve egemendir. Başkaları karar veriyorsa esir ve bağımlıdır. 

Egemenliğin iç boyutu ise kural koyucunun kim ya da kimler olduğuna bağlıdır. Eğer bir kişi veya bir aile ise buna monarşi, mutlakıyet denir. Eğer mutlak monarşi ile idare edilen bir ülkede halk parlamento vasıtası ile yönetime katılır ve bu parlamento da yasama yetkisi kullanırsa bu rejimin adı meşrutiyettir. Başka şekilde söylemek gerekirse, başta bir hükümdar olduğu halde, halk bir meclis vasıtası ile yönetime katılır, yöneten ile yönetilenler arasında bir anayasa bulunur ve sınırları belirlerse buna meşrutiyet denir. 

Eğer yönetime hakim olanlar bir zümre ise buna oligarşi denir. Sınıf üstünlüğüne dayalı ise sosyalizm veya kapitalizmdir. 
Atatürk “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” derken milletin yönetimi şekillendirme iradesinin önünde hiçbir engel bulunmaması gerektiğini ifade etmiştir. 

Hem dış hem de iç egemenliğin gerçek boyutlarıyla uygulanması her zaman sorun olmuştur. Zira güçlü devletler zayıf devletleri kendi kontrolleri altında tutmak o ülke üzerindeki menfaatlerini ziyadeleştirmek için çeşitli yollara başvurmuştur. Bunu yaparken en çok başvurulan yöntem küçük görülen ülke içerisinde işbirliği yapacak güç merkezleri bulmak, bu yoksa da oluşturmaktır.

Buna kısaca  vesayet sistemi denir. Halkın özgür iradesi ile tecelli etmiş olan ve gücünü milli iradeden alan hükümetler ülkesinin ve milletinin çıkarına olan işler yapmak zorundadır. Çünkü halk onların böyle olduğuna inanarak oy vermiştir. Eğer bunu yapamazsa bir sonraki seçimi kaybeder..

İşte bu durum ülkemiz üzerinde vesayet kurmak isteyen merkezleri daima rahatsız etmiş, çeşitli darbeler ve müdahalelerle seçilmiş hükümetleri iş göremez hale getirmeye, kendilerine bağımlı davranmaya zorlamışlardır. Bu zorlama bazen içerden orduyu kullanmak, bazen de medyayı veya diğer güç odaklarını ve sermaye gücünü kullanmak şeklinde tecelli etmiştir.Bunun bilinen örneklerinden birisi faiz konusudur. Ülkeyi kaos ve kargaşa ortamına sürükleyip ekonomik kalkınmasına engel olarak onu paraya muhtaç hale getirip ya da yapay ekonomik krizler üreterek içerde, özellikle de dışarıdan fahiş faizlerle borçlanması sağlanmıştır. Böylece ülkenin bir yılda ürettiği milli gelirin önemli bir kısma sermaye baronlarına faiz olarak ödenmiştir. 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sırasında bir gecelik repo faizi yüzde üçbinbeşyüzlere kadar fırlamıştır.

Ülkemizde milli hükümetler kurulur milli irade tam tecelli ederse bu soygunun yapılması mümkün değildir. Bu yüzde ülkemizi istikrarsızlaştırmak için akla gelen veya gelmeyen her türlü vasıtaya müracaat edilmekte ülkemiz dışarıya muhtaç hale getirilmek istenmektedir.

Güçlü olan ve gücünü milletten alan iktidarlar döneminde ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar başarılı olamamaktadır. Nitekim son yıllarda yaşanan istikrar ortamı faizleri yüzde 70’lerden yüzde 7’lere düşürmüş buradan kurtarılan faiz parası (yaklaşık 700 milyar dolar) ülke kalkınmasına aktarılmıştır.

Eğer hükümetler güçlü olamazlarsa başka güçlere karşı zayıf duruma düşerler ve ülkenin veya halkın değil başka güç merkezlerinin isteği doğrultusunda hareket ederler.

 

Maraş Pusula Haber - maraspusula.com / Yazar, Şevki Karabekiroğlu