İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)’nın etkinliğinin artırılması İslam dünyası için bir tercih olmaktan ziyade zorunluluk. Ekonomik kapasiteyle birlikte ekonomik işbirliğinin, siyasi meşruiyetle birlikte siyasi istikrarın ve sosyo-kültürel kalkınma ile birlikte kültürel işbirliğinin, askeri kapasiteyle beraber askeri ittifakın maksimize edilmesiyle ancak ‘işbirliğinden birliğe’ doğru bir dönüşüm seyri yakalanabilir.

Osmanlı Devleti’nin çöküşünden 50 sene sonra (1969) kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı-İİT (eski adıyla İslam Konferansı Örgütü-İKÖ), kuruluşundan 47 sene sonra, etkinliğini artırabilecek önemli bir fırsatı Türkiye’nin dönem başkanlığını devralacağı 13. İslam Zirvesi Konferansı ile yakalayabilir.

98 sene önce İstanbul’da düşen bayrağın yeniden İstanbul’dan kaldırılma hayalinin cazibesi bile 30’dan fazla hükümet ve devlet başkanının son zirveye katılmasını sağladı. Hâlâ İslam Dünyası’nın kalbinin İstanbul’da attığının, Türkiye’nin tarihi derinliği bulunan temsil kabiliyetinin canlı oluşunun ve İslam Dünyası’nı bir araya getirebilecek mihver devletlerden birisi olduğunun önemli bir işareti bu.

Fanatik bir Yahudi’nin Mescid-i Aksa’yı kundaklama teşebbüsü sonrası Rabat’taki bir konferansta kurulması kararlaştırılan ve merkezi Kudüs olarak kabul edilen Teşkilat’ın kuruluş yılındaki şartlardan çok daha derin ve yaygın sorunların odağında bulunan İslam Dünyası, tarihinde hiç olmadığı kadar işbirliğine ve birliğe muhtaç durumda bugün. 

Bu ihtiyacın Müslüman toplumlarca hissedilmesi ve bilinmesi yetmiyor; hükümetlere yansıması, her saha ve ölçekte buna uygun mekanizmaların kurulması, bu ihtiyaca göre siyaset üretilmesi, somut, kararlı ve sürdürülebilir adımların atılması gerekiyor.

Yeni paradigma

Zirveden hemen önce yayınlanan İslam Dünyası’ndaki ilişkilere yönelik yeni bir paradigma çağrısı, Türkiye’nin dönem başkanlığında İİT’nin sembolizmden aktivizme ve işbirliğinden birliğe doğru bir ivme kazanacağının ilk habercisi gibi okunabilir.

İslami yakınlaşmaya ilişkin ortak bildiride ekonomik sorunlar, medeniyetler arası ihtilaflar, terörizm tehdidinin görülmemiş şekilde artması, organize suçlar, göç ve yoksulluk gibi küresel sınama ve tehditlere karşı ortak çaba sarf edilmesi hususundaki acil ihtiyacın farkında olunduğunun kaydedilmesi ve ayrıca uluslararası ilişkilerdeki hızlı dönüşümün merkezinde yer alan İslam Dünyası’nın, çok sayıda çatışma, devletler arasında bozulan ilişkiler ve azalan iş birliğinin eşlik ettiği zorlu bir dönemden geçtiğinin bilincinde olunduğunun vurgulandığı açıklamada, bazı önde gelen Müslüman ülkeler arasında, İslam ümmetinin birliğini tehdit ederek ve İslami dayanışmaya zarar vererek derinleşmekte olan ihtilaflar konusundaki kaygıların dile getirildiğinin belirtilmesi önümüzdeki dönem faaliyet planının ve gelecek 10 yıl hedeflerinin ipuçlarını veriyor.

2025 hedefleri

Geçen yıl hazırlanmaya başlanan ve İstanbul Zirvesi’nde kabul edilecek olan İİT’nin 10 yıllık yol haritası mahiyetindeki 2025 Stratejik Eylem Programı 18’i öncelikli olmak üzere 107 hedefi içeriyor. Filistin meselesinin çözülmesinden üye üye ülkelerin eğitim, bilim ve kültürel alanda kalkınma ve işbirliğine, İslamofobi ile mücadeleden kamu diplomasisi faaliyetlerine kadar birçok sahada hedefler öngörüyor. Plan metninde İİT üyesi ülkelerin kabaca bir SWOT analizine de yer verilmiş ve en güçlü yanlarının genç nüfus, petrol, doğal gaz ve yeraltı rezervleri, tarım ürünleri, İslami finans varlıkları ve kültürel mirasının olduğuna vurgu yapılmış. Fırsatlar, zayıflıklar ve tehditlerin de sıralandığı analizde 2025 hedeflerinin uygulanması ve gözlemlenmesi için çoğu Türkiye tarafından olmak üzere bir dizi teklifte de bulunulmuş.

Teorik olarak birçok kurumu ve mekanizmayı bünyesinde barındıran ve Teşkilat Şartı değiştirilerek reforme edilen İİT’nin küresel pasifliğinin altında yatan sebeplerin başında uygulama iradesinin olmayışı geliyor denebilir. Küresel sistem içinde hâlâ merkezî bir aktör olamayan İslam ülkelerinin en üst siyasi entegrasyon teşkilatı olan İİT’nin etkinliğinin artması, belirlenen hedeflerin uygulanmasının takibi kadar, üye ülkelerin ayrı ayrı ekonomik kalkınmalarına ve siyasi istikrarlarına bağlı.

Bu anlamda 2025 hedeflerinin uygulanmasının ve İİT’nin etkinliğinin artmasının önünde, Teşkilat’ın yapısal sorunlarının ve üye ülkelerin zayıflıklarının ve ihtilaflarının yanı sıra, Mısır’daki darbe rejiminin mevcudiyeti ve henüz geri adım atmaması; Libya, Yemen, Suriye ve Irak’taki istikrarsızlık ve otorite boşluğu, İran’ın mezhepçi bir yaklaşımla bölgedeki nüfuzunu artırma girişimleri gibi faktörler de sıralanabilir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın perşembe günü Sabah Gazetesi’ne yazdığı “Adalet ve Barış İçin İstanbul Zirvesi” başlıklı yazıdaki şu tespiti İslam Dünyası’nın bugünkü resmini çekmesi ve bu faktörlere işaret etmesi bakımından önemli: “Silahlı çatışmalar, iç savaşlar, çökmüş devletler, köhnemiş siyasi yapılar nedeniyle pek çok İslam ülkesinde huzur ve emniyet kalmamıştır.”

Küresel barış formülü

İİT zirvesinin gündem maddelerinin başında gelen konulardan birisi de terörizm. Bölgesel ve sadece bazı ülkeleri etkileyen bir unsur olmaktan çıkıp küresel bir tehdit halini alan terörden en fazla zarar görenler ise İslam karşıtı kesimlerce ‘terörün kaynağı’ olarak gösterilen Müslüman toplumlar. DAEŞ, Eş-Şebab, Boko Haram gibi örgütleri ve faaliyetlerini kullanarak İslam Dünyası’na karşı operasyonlar düzenleyen, PKK ve YPG terörüne karşı çifte satandartlı bir yaklaşım sergileyen Batı ülkeleri ve adalet ve yaptırım üretemeyen, barışı tesis edemeyen uluslararası örgütler bu yaklaşımlarıyla terörü beslemekle kalmıyor, ırkçılığın bir başka boyutu olan İslamofobi’nin de şiddetlenmesine vesile oluyorlar. Bu da en çok terör örgütlerinin işine geliyor. Terör örgütleri küresel güç odaklarınca kullanışlı birer enstrüman halini alırken, İslamofobik küresel medyanın da yayınlarıyla Müslüman toplumlar terör kısır döngüsüne mahkûm ediliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dönem başkanlığını devraldığı İslam Zirvesi’nin açılış oturumunda dikkat çektiği gibi İslam ülkelerinin terör başta olmak kendi sorunlarına çözümler bulmak için yeni mekanizmalar bulması gerekiyor. Aksi takdirde bugün olduğu gibi bir çok kriz ve çatışmaya Rusya’dan ABD’ye kadar muhtelif uluslararası aktörler müdahil olup krizlerin daha da derinleşmesine sebep oluyor. Bu hafta İstanbul’da gerçekleşen İslam Zirvesi bu bakımdan da oldukça önemli.  

Devletlerarası ve devlet içi çatışmaların büyük çoğunluğu bugün maalesef İslam Dünyası’nda gerçekleşiyor. İİT Şartı’nda yer alan ve Teşkilat’a yüklenen ‘çatışmaların çözülmesi’ fonksiyonu maalesef bazı kriz bölgeleri için ‘temas grubu’ kurmaktan öte bir inisiyatife dönüşemiyor. Oysa İİT, barışı inşa etme, çatışmaları önleme, çatışmaların çözülmesi ve çatışma sonrası rehabilitasyon faaliyetlerinde ve insani diplomasi sahasında öncü ve merkezi bir rol üstlenmeli.

20. yüzyılın ikinci yarısında İslam ülkelerinin Keşmir, Moro ve Kıbrıs gibi kriz bölgelerini taşıdığı ve Batı’nın çifte standartlarını gündeme getirdiği bir platform olan İİT’den bugün daha dışa açık, proaktif, çözüm üreten, kapsayıcı bir yaklaşım beklenmekte. Filistin’den Keşmir’e, Darfur’dan Doğu Türkistan’a, Orta Afrika’dan Moro’ya, Patani’den Arakan’a, Dağlık Karabağ’dan Batı Sahra’ya, Suriye’den Irak’a birçok krizde İİT’nin etkin inisiyatifler alabilmesi için güçlü bir irade ve ortak bir aklın Teşkilat’ı yönlendirmesi şart.  Bu anlamda, Türkiye’de kurulacak ve sadece bu sahada çalışma yapacak uluslararası bir araştırma merkezinin, kriz bölgelerinin nabzını tutan, saha taraması yapan bir fonksiyonla sürekli rapor üretmesi siyaset üreten karar alıcılar için ve bu bölgelere yönelik faaliyetler yapan kurumlar için de stratejik planlama yapma noktasında yol gösterici olacaktır.

İİT’nin stratejik bir zihniyetle ve müttefik ve müttehit bir iradeyle İslam Dünyası’nın meselelerine çözüm üretebilmesi bilhassa Teşkilat’ın büyük üyeleri arasındaki ihtilafların giderilmesi gerekiyor. Bilhassa Kahire, Ankara, Riyad, İslamabad, Jakarta gibi başkentlerdeki meşruiyet ve istikrar doğrudan İİT’nin politikalarına da yansıyacaktır.

İki milyara yakın nüfusuyla dünyanın yüzde 27’sini teşkil eden İslam ülkelerinin dünya ekonomisindeki payı sadece yüzde 7.2. Ülkelerin dış ticaretlerinin sadece yüzde16’sı İİT üyeleriyle ve en az gelişmiş 42 ülkenin yarısı İslam ülkesi.

Ekonomik kapasiteyle birlikte ekonomik işbirliğinin, siyasi meşruiyetle birlikte siyasi istikrarın ve sosyo-kültürel kalkınma ile birlikte kültürel işbirliğinin, askeri kapasiteyle beraber askeri ittifakın maksimize edilmesiyle ancak ‘işbirliğinden birliğe’ doğru bir dönüşüm seyri yakalanabilir.

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)’nin etkinliğinin arttırılması İslam Dünyası için bir tercih olmaktan ziyade zorunluluk. Türkiye’nin dönem başkanlığını devraldığı 13. İslam Zirvesi, Türkiye kararlı ve proaktif adımlar atarsa Teşkilat’ın misyonuna uygun bir hüviyete bürünmesi için milat olabilir.

 

​​​​​​​