Tarih tekerrür etmezmiş. Aptallar için tekrar edermiş. Geçen yüzyılda yaşanan olaylarla günümüzdeki benzerliğe bakın…..
Tanzimat’tan sonra Jöntürkler denilen bir akım başladı. Bu akım devleti çöküntüden kurtaracak tılsımlı formüller üretmişti. Batıdan müthiş destek alıyorlardı. Çoğu Batıda eğitim görmüş gençlerden oluşuyordu…Çok yaygın bir medya gücüyle bunların fikirleri yayıldı. Kısa zamanda taraftar kitlesi çoğaldı. 
1876 yılına geldiğimizde artık öyle büyük bir güce ulaşmışlardı ki devlet bürokrasisi içerisinde yenilmez bir güç haline geldiler. Özellikle askerler ve aydınlar bu zümrenin başını çekiyordu.
       Jöntürkler meşrutiyet istiyordu. Dönemin padişahı Abdülaziz ise buna şiddetle karşı çıkıyordu. Sonunda intihar süsü verip Abdülaziz’i ortadan kaldırmak zor olmadı. 
       Yerine getirdikleri V. Murat tam Jöntürkler’in istediği adamdı. Üstelik masondu. Ne var ki ruh hastası idi. İş yürümedi. Onu geri indirmek zorunda kaldılar. Devletin adı Osmanlı kalmıştı. Yönetimde Jöntürklerin gözle görülür bir ağılığı vardı. Bu ağırlık sonunda bu ekibin başı olan Mithat Paşa’ya şu sözleri söyletecektir. “Aman canım ne olacak, bundan sonra Al-i Osman olmaz da Al-i Mithat olur”
Jöntürkler diğer şehzadeleri yokladılar. Abdulhamit kıvrak zekası sayesinde bunlarla dostluk kurmayı başardı. Onlara güven verdi. Meşrutiyeti ilan edeceğine söz verdi.
Onu padişah yaptılar. 
       Sözünde durdu. Kanun-ı Esasiyi yaptı ve Meşrutiyeti ilan etti. Jöntürklerin başı sayılan Mithat Paşa’yı da sadrazam yaptı.
Mithat Paşa aslında daha Bosna valisi iken 93 harbinin alt yapısını hazırlamıştı. 1877 de Osmanlı – Rus harbi başladı.
Osmanlı hasta adamdı. Bir yandan azınlık isyanları bir yandan ekonomik çöküntü devleti iyice zaafa uğratmıştı.
Bu savaşta ağır bir yenilgi aldık. Ruslar doğudan Erzurum’a, batıdan İstanbul Yeşilköy’e girdiler.
Ardından 1878 yılında Berlin antlaşması yapıldı. Osmanlı Balkanları ve Kafkasları tümüyle kaybetti.
Abdulhamit bu savaşı bahane edip Meşrutiyete son verdi ve dizginleri eline aldı. Kudretli Jöntürkleri de birer bahane ile yurtdışına sürgüne gönderdi.
 İlk işi bir hafiye teşkilatı kurmak oldu.
       Azınlık isyanlarını Hamidiye alayları kurup ustaca bastırdı. Büyük devletlere karşı denge siyaseti izledi.
Jöntürkler taktik değiştirdi. Tabir yerindeyse yeraltına indi. İtthat Terakki  adıyla bir cemiyet kurdular. Bu cemiyet Genç Osmanlılar tarafından 1889 yılında Selanik’te kuruldu. Bu cemiyet kısa zamanda gelişip güçlendi. Özellikle Trakya’da bulunan 3. Ordu mensupları arasında hızla yayıldı. Belli bir güce ulaştıktan sonra II. Abdülhamit’e mektup yazıp Meşrutiyet’in ilanını istediler. 
       İttihat Terakki cemiyeti güç devşirmek ve geniş bir taraftar kitlesi toplamak adına son derece ustalıklı siyasetler uygulamış ve sloganlar üretmiştir. Masonluk benzeri gizli ve hücre tipi bir örgütlenme olduğu için teşkilatın karar birimlerinde yer alan insanları ve unsurları diğer birimdekiler bilememiş, anlayamamıştır. Aslında kuruluş gayesi II. Abdulhamid’I tahtından indirmek olan bu teşkilat Hürriyet, Eşitlik, Adalet, Kardeşlik gibi tılsımlı kelimeler kullanarak halkı kendisine çekmeyi başarmıştır.
       1908 yılında Osmanlı Devleti’nin başında kara bulutlar dolaşmaya başladı. Osmanlı – Alman yakınlaşmasına karşı İngiltere de Rusya ile anlaşarak Reval (Talin) antlaşmasını imzaladı. Kâğıt üzerinde Osmanlı topraklarını paylaştılar. Bu gelişme Osmanlı Devletini telaşa düşürdü. Eğer I. Dünya savaşı sonunda Çanakkale zaferi kazanılıp Rusya karışıp, Bolşevik rejimi kurulmamış olsaydı bu planın işlerlik kazanması zor olmayacaktı. İçeride var olan tartışmaları bitirip tehlikeli boyutlara taşınan dış gelişmeler üzerine yoğunlaşmak için Meşrutiyetin ilanına karar verildi. 
       Osmanlı Devleti pek çok yönden köşeye sıkışmış durumda idi. Azınlık isyanları Müslüman toplumlarda bile görülmeye başlanmıştı. Her gün her yerde bombalar patlıyor, olaylar çıkıyor ve tüm medya bu olup bitenlerden Abdulhamit’i sorumlu tutuyordu. Artık ona uğursuz anlamında “Baykuş” diyorlardı. 
Memurlara maaşları geç ödeniyordu. Duyun-ı umumiye idaresi Osmanlı Devleti’ni iliklerine kadar kurutmuştu. Huzursuzluk hat safhada idi. Meşrutiyetin ilanı ile bir parça gerilim yatışır diye düşünüldü. Medya gücü genellikle II. Abdülhamit karşıtlarının elindeydi. Toplumu yönlendiren medya gücü II. Abdülhamit aleyhtarı bir hava yaratmayı başarmış ve onu diktatör, hürriyet düşmanı olarak pazarlamayı becermişti. Halkın büyük çoğunluğu aleyhinde idi. Hatta Said Nursi, Mehmet Akif gibi dindar kişiliği ile temayüz etmiş şahsiyetler bile bu karşı safta yerini almıştı. 
       Abdulhamit’e sürekli olarak müstebit, hürriyet düşmanı gibi yaftalar yapıştırıyorlardı. Maksat belliydi. İsyancılara ve bozgunculara karşı hareket alanını daraltmak ve sert tedbirler almasını önlemek. (Şu an Erdoğan’a diktatör denmesinin sebebi de budur.)
       Jön Türklerin çeşitli basın yayın organları ile yaptığı Meşrutiyet propagandası halkı etkilemiş ve bir beklenti içine sokmuştu. Bunalımlı günlerde halk Meşrutiyeti yegâne kurtuluş çaresi olarak görüyordu. Bu beklentilerin önünde daha fazla durmak mümkün değildi. İttihatçılar; Hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik gibi sihirli sloganlar kullanıyorlardı, bu da topluma çok cazip geliyordu. 
        İçeriden ve dışarıdan başımıza dolanan beladan kurtulmak için Abdulhamit mecbur kaldı İttihatçılarla ikinci kez uzlaştı. Meşrutiyeti yeniden ilan etti. 
 Bu sonun başlangıcı oldu. Kumpas takvimi çalışmaya başladı. Hedef Abdulhamit’i tahttan indirmekti.
 Ne var ki meşrutiyetin ilanı istenen rahatlamayı sağlayamadı. Abuk sabuk hükümetler kurulmaya başladı.
       KUMPAS BAŞLIYOR
       Sürekli değişen hükümetler, yaşanan istikrarsızlık ve artan huzursuzluk sert tartışmaları da beraberinde getirdi. Ahrar Fırkasının yayın organı olan Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi Bey çok etkili bir muhalefet sergiliyordu. Bu gazeteci ittihatçı fedailer tarafından Galata köprüsünde vuruldu. Bu olay Volkan gazetesinin yazarı Derviş Vahdeti tarafından protesto edildi ve İttihat Terakki Partisi aleyhine isyan başladı. İşin garibi ittihatçılara karşı isyanı başlatanlar yine ittihatçıların kontrolünde olan Avcı taburları idi.
       İsyancılar “Şeriat isteriz, kısas isteriz” diye bağırdılar. Osmanlılarda şeriat hukuk anlamına gelirdi. İsyancılar da katillerin yakalanıp Hukuka göre cezalandırılmalarını talep ediyordu. İsyan sırasında Adliye Nazırı öldürüldü. İttihatçılar genellikle saklandılar. Tanin ve Şuray-ı Ümmet gazetelerinin büroları tahrip edildi. İsyan sırasında Tevfik Paşa hükümeti kuruldu. 
       İttihatçılar Selanik’te toplanarak Harekât Ordusunu kurdular. İstanbul’a gelerek isyanı bastırdılar. Olaylara karışanların bir kısmı İstanbul’u terk etti. Bir kısmı yakalanıp hapse atıldı. 
       31 mart ayaklanması görünüşte Meşrutiyete, hürriyete, demokrasiye karşı yapılmış bir hareket gibiydi ama asıl amacı Abdulhamit’i tahttan indirmekti. 
Zaten 30 yıl boyunca müstebit damgası yemiş ve hareket alanı iyice daralmış olan Abdulhamit kurulan büyük tuzak karşısında çaresiz kalmıştı.
Bu defa düşmanlar kusursuz bir plan yapmışlardı.
        Yapılan soruşturmada Padişah II. Abdülhamit’in olayları teşvik ettiği iddia edilerek tahttan indirildi. (27 Nisan 1909) yerine Mehmet Reşat Padişah yapıldı. 
        Bu yorumu okuyucularıma bırakmalıydım ama söylemeden geçemeyeceğim. Abdulhamit yerine Erdoğan’ı, Jöntürkler yerine Ergenekoncuları, İttitatcıların yerine de paralelcileri koyarsanız taşlar yerine oturuyor.

 

Yazarın www.maraspusula.com daki diğer yazıları.