Hayırlı bir işe karar verdiğin zaman sabretmek gerektiğini anladım...

Yola koyulan, yürümeye başlayan insan, önüne çıkacak olan engelleri de peşinen kabullenmiş demektir...

Hareket etmek için mücadeleye başlamak, beraberinde zorlukları ve imtihanları da getiriyor...

Aslında, oturup kalanlardan olmanın, rahatına ve hevasına uyarak yaşamanın hiçbir zorluğu yoktur...

Bakınız, Allah (c.c);birçok ayeti kerimesinde iman, Salih amel ve sabrı beraber zikretmektedir...

Salih amellere başlandığı zaman, mutlaka sabrın da tavsiye edilmesinin temelinde, iyiliklerin karşısında birçok engelin olacağının göstergesi vardır...

Yürümeye başlayınca çok dikkatli adımlar atmamız gerekecektir...

Yollarda ayağımıza takılacak karaçalılar ve deve dikenleri bile denk gelecektir...

Belki de, ayağımız kan revan içerisinde kalacaktır...

Belki de, ayağımızın taşlara takılarak, tökezlediğimiz ve yerlere kapaklandığımız zamanlar da olacaktır...

Ama iyiliğin yeryüzüne yayılması uğrunda, fi sebilillah, zorluklara göğüs germek ve hasedçilerin şerrinden Allah’a sığınmak gerekiyor...

Çünkü her hayırlı bir işe koyulduğumuzda mutlaka önümüze çeşitli engeller ve çeşitli şeytanlar çıkacaktır...

Bazen önümüze nefsimiz ve arzularımız engel olarak çıkacaktır...

Bazen önümüze bizi taşlıyan şeytan ve dostları engel olarak çıkacaktır...

Bazen de çevremizde hased eden hasetçiler, bizi eteğimizden tutarak durdurmaya çalışacaklardır...

Bu sebeplerle bizim dostumuz; birkaç kişi, doğrularımız ve Allah’a olan duamız ve de tevekkülümüz olacaktır...

Belki de engeller,en yakınlarımızdan gelecektir...

Burada Nasreddin hocanın oğluyla yolculuk hikayesini mutlaka zikretmem gerekiyor;

Bir gün Nasreddin Hoca, oğlunu eşeğe bindirmiş, kendisi arkasından ağır ağır yürüyerek köye gidiyorlarmış. Yolda bunları görenler:

- Dünya tersine döndü galiba! Baksana hâle, ihtiyar adam yerde yürüyor da, parmak kadar çocuk eşeğin üzerinde. Ne ayıp şey değil mi ? Diye söylenmeye başlamışlar...

Bu sözleri duyan Nasreddin Hoca, merkepten oğlunu indirip kendisi binmiş. Biraz gidince bir kaç kişiye daha rastlamışlar. Onlar da:

- Şu hâle bakın siz! Koskoca adam binmiş eşeğe, parmak kadar çocuk arkasından yetişeyim diye ter döküyor, insanoğlu işte, hep kendini düşünür, diye konuşmaya başlamışlar..

Bu sözleri duyan Hoca:

- Oğlum en iyisi gel beraber binelim. Bakalım ne diyecekler, demiş.

Hoca önde, oğlu arkada giderken birkaç kişi daha görmüş onları. Onlar da:

- Şu insanoğlunda merhamet diye bir şey kalmadı. Baksana eşeğin beli neredeyse yere değecek. Yerde yürüseler sanki ölecekler mi? Azıcık Allah korkusu olan kimse böyle yapmaz, gibi sözler söyleyerek uzaklaşmışlar.

Hoca bu sefer:

- Oğlum en iyisi mi, ikimizde yürüyelim, öyle ettik olmadı, böyle ettik olmadı. Bir de bu şekil deneyelim demiş.

Eşek önlerinde, onlar arkada yollarına devam ederlerken, birkaç kişi daha görmüş bunları. Onlar da :

- Şunların ki de akıl mı yani? Eşek önlerinde bomboş gidiyor da her ikisi de şu sıcakta yerde yürüyorlar. İnsan, boş eşek olur da binmez mi hiç ? Demişler.

Bu sözleri duyan hoca:

- Gördün ya oğul, her kafadan bir ses çıkıyor. Ne yapsan beğenmiyorlar. En iyisi bildiğinden şaşmayacaksın. Elin ağzı torba değil ki, büzesin! Demiş..

Evet, ne yazık ki hayat yolculuğu böyle devam ediyor...

Yürüyen atın başına vuruyorlar her zaman...

Ama yılmadan mücadelene devam edeceksin...

Hem de arkana bile bakmadan... Sadece önüne bakacaksın...

Gerçek ve azimli, dosdoğru kalabilen birkaç dostunla istişare ederek yürüyeceksin...

Mehmet Akif Ersoy’un uyarısını unutmadan iyilik yolunda yürümek, hatta koşmak zorundasın;

“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak...

Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.

Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle.

İmanı olan kimse gebermez bu ölümle:

Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'

Davransana... Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin? “

Selam ve dua ile kalınız...