Batı Gnostiklerinin, Vatikan'ın İslam dünyasında yarattığı fitneler, günümüzdekilerle sınırlı değil. Tarihte uzun bir yolculuk yapıp Selçuklu dönemine, I.Aleaddin Keykubat Hazretleri ile II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in hükümdarlıklarına doğru gidelim. Ciddi bir problem var ortada "Babai Yürüyüşü". Baba İlyas’ın şia veya rafızi olduğu uydurmasıyla hükümdarı kandırdılar. Peki, gerçek tam olarak neydi?

I. Aleaddin Keykubat tarafından Hankâh-ı Mesudiye kurulmuş ve İslam Dünyasına ilim, fikir üretmek,  savaşçı dervişler yetiştirmek ve Selçuklu devletinin üst aklı olarak, geleceğe yönelik  siyaset üretmek görevi verilmişti. Bu  Ribad’ın başına Şeyh ve aynı zamanda  Kayseri’ye kadı olarak I. Alaaddin’in yakın dostu olan Baba İlyas atanmıştı.

Şehir yaşantısına geçememiş olan, derviş-göçebe Türklere yapılan ayrımcılık ve şehir Türkleriyle yaşadıkları doku uyuşmazlığının oldukça arttığı bir dönemde, II. Keyhüsrev'in Saadettin Köpek ismindeki hain tarafından işlenmesiyle, Hankâh’ın üyeleri ve sapık olduğu iddia edilen Türkmenler arasında bir kıyım başlatıldı. Baba İlyas, Gıyaseddin Keyhüsrev'in beklenmeyen saldırısından canını kurtarmak için Amasya Kalesi’ne sığındı. Adıyaman Kefersud'da Baba İshak topladığı orduyla Pir'ine yardım için yola çıktı. Her gittiği yerde halk akın akın ona katıldı. Bu oluşan halk ordusunun önünü, Keyhüsrev'in ordusu yaklaşık sekiz kez kesmiş olmasına rağmen her birinde ağır mağlubiyetler aldı. Bu saldırılarda Katolik Hıristiyanlar da Keyhusrev’e yardım etmiş, böylece İslam düşmanlığını fark ettirmeden kullanarak Müslüman Türkleri birbirine kırdırtmıştır. Ne yazık ki ölenler her iki taraftan da Anadolu'nun evlatlarıydı ve aynı Allah'a, aynı peygambere inanıyorlardı. "Paparoisulle (Baba Resul)".  Haşa bir Dominiken rahibinin iddiasında olduğu gibi Baba İlyas'ın bir Resullulah olma iddiası yoktu. Bazı bilgisizlerin sahip oldukları eski şamanist inançlarından ötürü, ona koyduğu bu ismin temel sebebinin, vahded-i vücud'a dair, tevhidi bazı görüşlerin çarpıtılması ve yanlış anlaşılması olarak görülmelidir.

Bazılarının iddia ettiğinin tam aksine, Baba İlyas'ın oğullarından birinin adı Ömer, halifelerinden birinin adı da Osman’dır. Böyle bir kişiliğin bugün anladığımız manada Rafızi veya Şii özellikler taşıyor olduğuna inanmak mümkün değildir. Öyleyse bu başkaldırının temel sebebi nedir? Ömer Sühreverdi Hazretleri tarafından hükümdarlık sembolleriyle şereflendirilmiş I. Alaaddin Keykubad hazretlerinin yarattığı barış ve eşitlik ortamının, hilelerle başa geçirilen II. Gıyaseddin Keyhüsrev ve Saadettin Köpek tarafından bozulmasıdır. Selçuklu medeniyetinin çöküş sürecine girmesine sebep olan bu fitne ortamında, Baba İlyas, Selçuklu askerleri tarafından öldürülmemiştir. Süryani Tarihçi Abu’l Farac'ın ifadeleriyle: "Roma diyarının asilzadeleri ihtiyar Baba'ya karşı bir pusu kurdular ve Baba'yı pusuya düşürerek boğdurdular."

Abu’l Farac'ın tarihi dikkatle incelendiğinde bu olayı, Hristiyan camiası için büyük bir zafer olarak lanse ettiğini görüyoruz. Aynı şekilde, Hristiyan şövalyeleri, Frenklerin paralı askerleri yani Papa IX. Gregorias'ın kulları(!) Keyhüsrev ordusunun bir türlü yenemediği Babaii hareketini, ağır zırhlı ve tam donanımlı ordularıyla bozguna uğrattılar.

"Sultanın hizmetinde bulunan 1.000 Frenk atlı hiddet ile alevlenerek dişlerini gıcırdattılar ve yüzlerinin üzerine haç işareti yaparak bu sapık adamların üzerine hücum ettiler ve bunları dağıttılar. Bunlardan erkek, kadın, çocuk, hayvan velhasıl hiçbir şey kılıçtan kurtulamadı ve böylece bir fitne bastırıldı."

Ebu’l Farac, bu kıyımı, Anadolu evlatlarının yok edilişini, işte böyle muzaffer bir edayla anlatıyor.

Keyhüsrev ve ordusu ne yazık ki hile ve desiseler yoluyla, bir fitnenin taşeronu olarak kullanıldı. Ancak, Alaaddin Keykubat zamanında bunun tam aksi bir hoşgörü ve kapsayıcılık görüyoruz. İşte bu isyandan sonra, İmanlı insanlar, Muhammedi bilinç ve Tasavvuf neşvesine  sahip olanlar ile dini, materyalist bir ölçüyle yaşayanlar olarak  bölünmeye başladılar. Oysaki bu mefhumların bir toplum için, "kuşun iki kanadı" olduğunu söylemek zannediyorum hatalı bir tespit olmayacaktır. Bakın dönem padişahı II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in o dönemdeki Fransa kralına yazdığı 1243 tarihli mektup;

"İttifak yapabilmemizin şartı, Latin İmparatoru kardeşi Prenses Elizabeth'in kızıyla evlenmemdir. Prenses, Konya'da kendi dininde tam bir hürriyete sahip olacak, sarayda kendisine bir ibadethane tahsis edilecektir. Zaten benim annem de (Mahperi Hatun) Hıristiyan olup babamın sağlığında din ve ibadet serbestisine sahip olarak yaşadı. Ayrıca bu evlilik gerçekleştiği takdirde Selçuklu topraklarında yaşamakta olan Hıristiyanların Roma Kilisesi’ne bağlanmasını sağlayacağım."

İşte Vatikan oyunu, işte karmaşa! Selçuklu ruhuna yakışmayan bir diplomasi örneği! Bütün bu olaylar sonucunda Moğollar, Selçukluların yıpranmışlığını fark etti ve Moğol istilaları ile devlet gerileme dönemine girdi.

Peki Hankâh-ı Mesudiye’ye ne oldu? Hankâh uğradığı bu ağır yenilgiden sonra sırra kadem bastı ve fakat varlığını devam ettirdiğine dair görebilen gözlere bir çok iz bırakarak.

 

Meraklısına Kaynakça: 

Erdoğan Çınar - Bahçe Bizim Gül Bizdedir

Ali Sevim-Erdoğan Merçil Selçuklu Devletler Tarihi

Ahmet Yaşar Ocak - Babailer İsyanı Aleviliğin Tarihsel Altyapısı

Muhsin Keyani - Hankâhlar Tarihi

                  

Yazarın www.maraspusula.com daki diğer yazıları.