Ümidin Trajik Şairi Necip Fazıl Kısakürek

Abone Ol

Anlamak yok çocuğum anlar gibi olmak var

Akıl için son tavır saçlarını yolmak var

Necip Fazıl Kısakürek

“Kurtarın beni düşünmekten…” diye inleyen bir düşünce adamı Necip Fazıl Kısakürek 26 Mayıs 1904’te İstanbul’da doğdu. Dulkadiroğullarına bağı ‘Kısakürekler’ soyuna mensuptur.

Aslen Maraşlı bir aileden gelmektedir. Çocukluğu, büyük babasının İstanbul Çemberlitaş’taki konağında geçmiştir. Dedesi Hilmi Efendi, “Legion d’honneur” nişanı sahibi olduğu için, 1912 yılında torununu Gedikpaşa Fransız mektebine yazdırır. Burada okuyamadığı için yine aynı semtteki Amerikan Koleji’ne devam eder. 1913 yılında Büyükdere’deki yalıya taşınırlar ve buradaki mahalle mektebine devam eder. Daha sonra Reşit Paşa Numune Mektebi ve Rehber-i İttihat’a gider. Burada kız kardeşi Selma ölür.

Kız kardeşi Selma’nın ölümü Necip Fazıl’ın dünyasında büyük bir iz bırakır. Üstadın sonraki yıllarda şiirinin merkezine alacağı ‘ölüm’ ‘metafizik’ ‘korku’ ‘kafakan’ ‘vehim’ konularından bütünleşen yazı ve şiirleri kardeşi Selma’nın ölümüyle doğrudan alakalıdır. Kardeşi Selma’nın ölümüyle Rıza Tevfik’in şiirlerini okur geceleri ve sabahlara kadar ağlar…

Artık gözyaşları şiir akmaktadır…

Annesinin isteğiyle kendi Şair olma isteği birleşince Şair olmaya karar verir ve şöyle der:

-Annemin dileği bana içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetinin ta kendisi. Şair olacağım. Ve oldum…-“

Necip Fazıl’ın dünyasında ‘baba’ silik bir karakterde yer alırken ‘anne’ unsuru hayatının ve sanatının birçok yerinde vardır. Zaten Türkçe’nin en güzel ‘anne’ şiiri Necip Fazıl’a aittir.

1916 yılında Heybeliada numune mektebini bitirdikten sonra Bahriye mektebi imtihanlarını kazanarak, Birinci Dünya Savaşı’nın sonralarına doğru bu okulun talebeleri arasına girer. Bu arada onun ilk dini telkinlerini veren dedesi ölmüş, Bahriye Mektebindeki hocaları Yahya Kemal’den tarih, İbrahim Aşki Beyden de tasavvufi edebiyat dersi almıştır. İbrahim Aşki Bey, Necip Fazıl’ın en fazla etkilendiği hocaları arasındadır ve bunla beraber ileriki yıllarda tasavvuf hayatının da temelini bu yıllarda atacaktır.

“Ne oldumsa bu mektepte oldum…” dediği Bahriye Mektebinde, İngilizcesini geliştirmiş, burada gerek Doğu’dan gerekse Batı’dan bir çok eseri okuma imkanına ulaşmıştır.

Necip Fazıl’ın ilk neşredilen şiirleri 13-14 yaşlarında Tercüman Gazetesinin edebi ilavesindedir.

Necip Fazıl’ın küçük yaşlarda yakaladığı ‘metafizik ürperiş’ dönemin şair ve yazarlarında derin şaşkınlık uyandırmıştır. Ahmet Haşim, ona ‘Çocuk bu sesi nereden buldun?’ diyerek takdirlerini belirtmiştir.

1921 yılında kayıt yaptırdığı Darülfünun Felsefe şubesinde Mustafa Şekip Tunç ile yakınlaşır, kütüphane müdürü Hasan Ali Yücel ile arkadaş olur.

1926 yılında bankacılığa başlar ve çeşitli bankalarda çalışır.

1928 yılında Kaldırımlar adlı şiir kitabının ikincisini yayınlar. Yakup Kadri’den Nurullah Ataç’a kadar kitaba övgü yazıları gelir.

1934 yılında hayatı baştanbaşa değişecektir üstadın… Beyoğlu Ağa Camii’nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha kopamaz. ‘Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız / Ruhuma, büyük temel çivisi çaktınız!” diyerek bu değişimi dile getirir. Nakşibendi tarikatına girer. Bütün anlayışlarını tekrar gözden geçirir.

“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum / Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum…”

Bu tarihten sonra bambaşka bir Necip Fazıl vardır artık.

Artık konferanslar, kitaplar ve gençlik tasavvuru…

Karış karış Anadolu topraklarını dolaşış ve her bir toprağa ayak basış…

Yeni Türkiye’nin fikir mimarlığını üstleniş…

1980 yılında Türk edebiyatı Vakfınca ‘Şairler Sultanı’ sıfatı ve aynı zamanda Kültür Bakanlığı ‘Büyük Kültür Armağanı’ verir. Milli Kültür Vakfı ‘İman ve İslam Atlası’ kitabı fikir dalında ödül alır. 1982 yılında ‘Batı tefekkürü ve İslam tasavvufu’ adlı eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği tarafından üstün başarı ödülü aldı.

25 Mayıs 1983 tarihinde vefat etti.

12 Eylül İhtilali’nin sürdüğü o günlerde sıkıyönetim görevlileri tarafından bütün engellemelere rağmen cenazesi büyük bir kalabalıkla Fatih Camii’nden Edirnekapı’ya kadar omuzlar üzerinde gider. Eyüp Sultan’daki Kaşgari Dergâhı yolu üzerindeki kabrine defnedilir…