Türk İslam Medeniyetinin Kara Kutusu

Ateş Kültü Evlerinden Teşkilat-I Mahsusaya          

Kıymetli hoca’mız Mehmet Işık Beyefendinin Teşkilat-ı Mahsusa Uyanıyor adlı eserinden yola çıkarak, bu yazıda Türk –İslam Tarihinin yedi bin yıllık “kara kutusu” olan teşkilat ve teşkilatçılık kavramı üzerinde duracağım.

Ateş Kültü/Ateş Evleri

Eski Türklerde tek tanrı inancı, Ateş Kültünün içeriğini oluşturur. Tanrıya erişme ve teşkilatlanma gereksiniminden dolayı Ateş kültü ve Ateş Evleri doğmuştur. Fakat hemen söylemeliyim ki Ateş Kültü ateşe tapmak değildir. Ateşi Tanrıya erişmek için bir araç olarak kullanmak demektir. Kaynaklardan anladığımıza göre, Türkler Tanrının hizmetkârı olarak doğduklarını veya Tanrısal ırktan olduklarını kabul ederler. Toplanıp aralarında “BUĞ”  (Bey-Ced) seçerlerdi. Bu kişi, halkına kul köle gibi hizmet etmekle yükümlüydü. “Buğ” öldüğünde Ateş Evi yöneticileri toplanırlar; eğer halkına iyi hizmet etmişse ve bu konuda başarılı olmuş ise vücudunun ateşe verilmesi hakkı tanınırdı. Çünkü seçilen beyi göreve getirenler, kendisinden halkı Tanrı adına adaletle yönetmesini ve halkına hizmet etmesini isterlerdi. Verilen görevi başarıyla yerine getiren bey, özel merasimle Ateş Evi görevlileri tarafından yakılırdı. Bir taş yazıtta, yakılma hakkını kazanan bir bey için yazılan şu satırlar o dönemki Türklerin inancını ortaya koyması bakımından önemlidir.” Buğ’un vücudu yandı. Canı uçtu, Tanrı’ya erişti.” Vücudu yakılan beyin külleri ve kemikleri, boy uluları tarafından, merasimle Ateş Evi’ne getirilir ve saklanırdı. Ateş Evleri hakkında kaynaklarda fazla bilgi olmadığından bunları mitolojik ve fantastik olarak kabul eder isek, buradan aldığı ilim irfan ve gizli bilgiler ile kurulan ve Türklerin bilinen ilk gizli teşkilatı Börü Budun dur.

Böru-Budun

Börü Budun, İlteriş Kağan’ın emri ile Vezir Tonyukuk tarafından kurulmuştur. Börü Budun savunucuları, teşkilatın, İslamiyet öncesi Türk tarihi döneminde Çin ve diğer komşu ülkelerde ajanlık faaliyetleri yaptığını anlatırlar. Selçuklu ve Osmanlı Dönemleri’nde de varlığı sürdüğü söylenen teşkilatın isim ve yapılanma değişikliklerine gidilerek günümüzde halen varlığını sürdürdüğüne dair söylemler bulunmaktadır. Mistik güçleri olduğu düşünülen şamanların ve Ateş Evi yöneticilerinin kadim sırlarını ve Türk Dünyasının gerçek tarihini Börü Budun’a teslim ettiklerine inanılmaktadır.

Bazı yazar ve akademisyenlerin iddialarına göre Türklerin Orta Asya’dan kademeli göçü tesâdüfi bir durumdur. Sanki “Hele bir yola çıkalım, nerede güzel çayır çimen varsa orada otağ kurarız,” demiş gibidirler. Aslında, baktığımızda göç planlı programlı, saat gibi işleyen bir süreçtir ve akıl onu emreder ki göçe karar veren bir irade olmalıdır. Batıya doğru göçte, incelendiğinde görülecektir ki kıtlık doğal felaketler düşman milletlerin saldırılarına uzun süre karşı koyamayacaklarını tespit etmişlerdir. Türklerin önce Anadolu’ya yerleşmeleri sonra Bizans Kapılarına dayanmaları bir imparatorluğa dönüşmeleri uzun soluklu bir “TASARIMDIR”. Yani bilinçli ve stratejik bir tercihtir. Peki, bu irade kimdir?  Bu stratejik kararları kimler alıyordu? Yazımızı okuyanlardan ve bu konuları araştıranlardan ricamız, olayların arka planını görmeye çalışmaları, kaynaklara derinlemesine nüfuz etmeleri ve olan biten olayların rastlantı sonucu olamayacağını düşünmeleridir.

Anadolu’nun Türkleştirilmesi, Bizans’ın ele geçirilmesi ve imparatorluk olma yolunda atılan emin adımlar, alınan kararların başarılı bir şekilde uygulanmasının ürünüdür. Yoksa aslında mütevazı bir Uç Beyliği olan Osmanoğulları’nın tek başına ufku ve gücü buna yetmezdi. Başlangıcı, Türklerin İslamiyet öncesine kadar giden bu yapının daha sonraki tarihlerde her bir yeni döneme hazırlanırken hayatiyetini ve varlığını farklı isimlerle devam ettirmiştir. Son olarak ta Teşkilat-ı Mahsusa ismi ile yeniden dirildiğine inanılabilir. Çoktandır, varlığı tartışılan bu teşkilat Türklerin kaderine yön vermeye çalıştı. Yine iddialara göre, halen yaşadığı söylenen “ bilge savaşçılar” topluluğu ise, Ötüken ormanlarından Osmanlı saraylarına, oradan da cumhuriyete uzanan, uzun soluklu bu yolculukta tarihin en sırlı oluşumlarından biridir. 7.000 yıldır var olduğu söylenen bu teşkilat, milletin kaderine halen yön veriyor olabilir mi? Bütün bunları yazıp söylerken, dünyanın bütün büyük devletlerinin gizli kurullarca “Gnostik akıl (batıni, ezoterik, üst akıl)” ile idare edildiğini de hatırlatmalıyım. Bütün bu bilgiler ışığında Teşkilat-ı Mahsusa ile ilgili de birkaç kelam edelim.

Teşkilat-ı Mahsusa

Tarihçi yazar Mehmet Işık’ın “Teşkilat-ı Mahsusa Uyanıyor” kitabı ile Türkiye’nin gündemine yeniden giren bu gizemli cemiyet İttihat ve Terakki partisi bünyesinde, Sultan Mehmet Reşat Han’ın fermanı ile Enver Paşa’ya bağlı olarak kurulan gizli teşkilattır. Türkçü İslamcı politikalar izlemiştir. Yurt içinde ve dışında karşı istihbarat, propaganda ve suikast eylemlerinde bulunmuştur. 5 ağustos 1914’te Harbiye nezaretine bağlı resmi bir örgüte dönüştürülmüştür. 8 Ekim 1918 de İttihat ve terakki hükümetinin iktidardan ayrılması ile birlikte Teşkilat-ı mahsusa resmen tasfiye edilmiştir. Bu gizemli cemiyetin Trablusgarp’ta,  İtalyanlara; Batı Trakya da Bulgar ve Yunanlara; Mısır ve Irakta İngilizlere karşı, direniş örgütleme çalışmaları kısmen belgelenmiştir. Buna karşılık 1915 Ermeni tehcirinde Teşkilat-ı Mahsusa’nın oynadığı rol, sıklıkla dile getirildiği halde, bu konuyu ayrıntıları ile anlatan bir kitap yazılmamıştır. Teşkilatın Ermeni tehcirinde ki rolünü anlatan objektif çalışmaların yapılması, Ermeni soykırımı yapmakla tehdit edildiğimiz bu zaman diliminde önem arz etmektedir.

1.Dünya savaşından sonra Anadolu da oluşturulan Kuvay-ı Milliye ve Müdafaa-i Hukuk gruplarının önde gelen liderlerinin hemen hepsi Teşkilatın üyesi olup Milli Mücadeleye destek vermişlerdir.

Arşiv belgelerinin bulunamamasından dolayı Teşkilat-ı Mahsusa diye bir örgütün olmadığını yazan akademisyenler de vardır. Oysaki Teşkilatın ileri gelenleri, örnek vermek gerekirse, Eşref Kuşçubaşı ve cemiyetin başkanı Hüsamettin Ertürk, yazdıkları hatıralarında cemiyetin varlığından bahsetmişlerdir. Peki, Teşkilat-ı Mahsusa’nın arşivi nerededir? Bu konuda üç farklı görüş vardır. 1- 1918 de liderlerin yurt dışına gitmeden hemen önce imha ettiğidir. 2- Giderken beraberlerinde götürdüklerini söyleyenler vardır. 3- Teşkilat-ı Mahsusa belgeleri yurt dışına çıkmadan önce cemiyet üyesi olan bir aileye teslim edilip Anadolu’ya gönderilmiştir. Bu üçüncü iddia Divan-ı Harbi Örfi tutanaklarının bir kısmını yayınlayan Taner Akçam’a aittir. Ailenin kimliği gizli tutulmaktadır. C.I.A’in bu aileyi aradığı söyleniyorsa da henüz bulamamıştır.

Teşkilat-ı Mahsusa Uyanıyor kitabını yazıp bizleri aydınlattığı için sayın Mehmet Işık Hocamıza teşekkürü borç biliriz. Yazımıza nihayet verirken bu teşkilatın amacının ve ideallerinin çok büyük olduğunu reddedenlere inat, Hüsamettin Ertürk Beyin cemiyetin kuruluş amacını nasıl tanımladığına bir bakalım. “Bu teşkilatın gayesi bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme vasıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi  hakikat sahasına sokmaktır.”

Tarihçi yazar Sayın Mehmet Işık Beyefendi’nin yazmış olduğu Teşkilat-ı Mahsusa Uyanıyor isimli harika kitabı, bize bu konuları anımsattığı için, tüm polisiye, gerilim, gizem ve tarih severlerin okumasını ısrarla tavsiye ediyorum.                              

Teşkilat-ı Mahsusa da vatan ve millet için çalışanların ruhları şad olsun!

 

Yazarın www.maraspusula.com daki diğer yazıları.