Zehrin de panzehrin de aynı bedende olmasının hikmeti nedir?

Hiçbir ülke, kendi dışından gelecek bir kuvvetle yenilmez. Tarih boyunca kale kapılarının ardında hep bir hain vardır, düşmana kapıyı açan, kalenin gizliliklerini az bir paha uğruna, kendi doymak bilmeyen, omurgasız şahsiyetsizliğine yal bulmak için, kendi öz vatanına ihanet eden…  Bunun içindir ki ataların bu konuyu özetleyen manidar bir sözü var ki herkes bilir; “kahpe içeriden olunca, kapı kilit tutmaz”.

Tarihin her sayfasında bize aktarılan son sahnenin perdeleri olur. Savaşlar, yenilgiler, zaferler… Ancak buraya kadar hangi dümenlerin döndüğü, kimin kale içinden kapıyı açtığı, kimlerin kendi kalesine ihanet ettiği pek bilinmez.

Artık zaman da mekân da değiştiğine göre kale kapıları da kapının kilitleri de değişime ayak uydurmuş olmalı kiteknolojik gelişmeler, insan bilimlerindeki araştırmalar, sosyolojik, psikolojik ve siyasi analizler, kilide göre anahtar üretmek üzere çalışıyorlar.

Çağımız bilgiçağı(!) Elde edilen bilgiler, hem zehir hem panzehir.

Zehir, çünkü kalenin sırlarını açığa çıkarmak içinkale sakinlerinin güçlü ve zayıf yönlerini, zaaflarını, onları ayakta tutan maddi ve manevi değer harçlarını, inançlarını, dostluklarını, güven duygularını zayıflatıyor. Sosyolojik analizler, sosyal mühendisliklerle, bireylerin psikolojik yapılarını da inceleyerek, ideolojik ayrılıklarının derinleştirmenin yollarını, sosyal fayları tetikleyebilecek kritik, yalanargümanlar üretiyorlar. Kültürel gen yapısını değişime uğratarak ihanet virüslerini, hem içerinden hem dışarından,kalenin içinde nasıl bir fitne fesat çıkaracaklarını, ürettikleri zehri yalayıp yutacak zayıf kişilikleritespit ederek, bunları mankurtlara dönüştürmenin yollarını araştırıyorlar.

Üzerinde deneyler yapabilecekleri sosyal ortamları ve silik tipleri bulmakta da çok zorlanmadıkları aşikâr.

Bu zehre karşı panzehir, Milli ve yerli, kişilikli ve kararlı bir yönetim tarzı, adil ve hakkaniyet üzerinde kurulmuş bir adalet sistemi, bilimsel veriler ışığında kurgulanmış bir eğitim sistemi, öz ve kendi kültürel değerlerinden güç alan sosyolojik ve felsefi düşünceden hikmete ulaşan bakış ve ilim davası, tarihi köklerinden beslenen ve geliştirilen kültürel yapı, “önce insan” ilkesinden güç alan, “yaratılanı yaratandan ötürü seven” evrensel mefkûre ekseninde medeniyet kurma sevdası, bilimsel bulgulara açık, teknolojik gelişmeleri kendi bünyesine hızlı adapte eden, güçlü bir yasama sistemi, adil ve tarafsız bir yargı algısı, dünyadaki gelişmelere hızlı tepki veren bir yönetim yapısı.

Kendi toplumunu, bireylerini, tarihi ve sosyal dokusunu tanımak, siyasi ve ideolojik yapısını bilmek, beklentilerini görmek, gözetlemek, daha sağlıklı bir toplumsal bünye için yönlendirmek, yeterliklerini, zayıflıklarını tanımak zayıf olan yönlerini güçlendirmek, güçlü olan yönlerini geliştirmek, her an her dem  toplumun bünyesine zerk edilmeye çalışılan zehre karşı panzehir üretmek, ihanetten arınmış, arıtılmış bilgilerle topluma yön veren bilim adamlarının, ilim adamlarının, siyasilerin, yöneticilerin ve bunlara liderlik yapanların görevi.

Bununla birlikte bu çok da kolay değil.

Asıl sorun, bir yandan gelişen ve değişen dünyada var olabilmek, kendi öz kişiliği ile ayakta durabilmek, varlık gösterebilmek, evrensel değerlere sahip olabilmek.

Asıl sorun, bir millet ve bir devlet olarak dünya üzerinde varlığını koruyabilmek, bütün gelişmelere kendi kişiliğinden ve varlığından uzaklaşmadan ayak uydurabilmek.

Asıl sorun, sürekli ve kesintisiz olarak devletin varlığına ve bütünlüğüne zarar vermek üzere kurgulanmış, ihanetle maskelenmiş, milli birlikte ve beraberliği tehdit eden, hile ve aldatmacalara aldanmadan, toplumsal bünyesine zerk edilmek istenen kötü ve iyi niyetli girişimleri ayırt edebilecek, arıtabilecek sistemi kurmak ve sürekliğini sağlamak.

21. Yüzyıl ne yazık ki “Bilgi Çağı” olarak anılsa da zannedildiği kadar açık, şeffaf, adil, dürüst değil. Çünkü zehrin sunumu maskeli, nefsani, pofpoflayıcı, kanserojen, paranoyak, psikopat, sinsi, iki yüzlü, bedduacı, haşhaşi…

Bu nedenledir ki 21. Yüzyıl “sis” çağıdır.

Sisgüvensizliğin, belirsizliğin, fitnenin, fesadın, ihanetin, kaleyi içten fethetmeye uygunun zeminin, maskeli hainlerin kol gezdiği sokakların caddelerin yeşerdiği bir atmosferdir.

Sis zamanlarında her duyulan ses dost sesi değildir. Görünen her ışık gerçek değildir. Her çağrı sadık değildir.

Sis zamanlarında en güvenilir liman, tarihi kokusundan ve duruşundan tanıyabileceğimiz milli birlikte ve beraberlik, kardeşliktir.

Sis çağında güvenilecek ses, tarih boyunca sürekli ruhumuza hitap eden, manevi değerlerin çağrısı, şehitlerin haykırışı ve devletin bekası için özüyle, sözüyle, duruşuyla kendi öz değerlerimizin sesidir.

Sis çağında varsa bakabilecek bakış, ferasettir. Feraset, ileri görüşlülük, ruhani ve insani algılayıştır. Olayları ve olguları kavrayış, derin görüştür. Bencillikten uzak, olanı biteni anlayıp, ders çıkarmak, aynı hatalara ikinci kez düşmemek, keskin zekâ ve akılla hikmeti kavrayıştır.

Bütün zehirlere karşı panzehir “bu bakışa” sahip olabilmektir.

Bu bakışın sırrı, Hz. Muhammed (s.a.v)’in şu sözünde gizlidir. O buyuruyor ki; “Müminin ferasetinden korkunuz, zira o, baktığı zaman Allah’ın nuruyla bakar”.

Basiret ve feraset sahibi olarak O’nun nuruyla bakmak, bu milletin çocuklarına yakışır en güzel bakıştır.

 

Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com / Yazar Nadir Yıldırım