Derin Teşkilat-Türk Aklı Venezuella’da İş Başında. Okumayan çok şey kaybeder!)

Kıymetli dostlar, geçmişte neler oluyor bilemezsek günümüzde olan bitenleri anlamamız mümkün değildir. Bu manada Venezuela ile Osmanlı Devleti’nin sıkı ittifakları ve birlikte yaptıkları operasyonlar olduğunu bilmek zorundayız, eğer bilirsek Türkiye-Venezuella arasında ki dostluğun, kardeşliğin sebepleri çok daha net karşımıza çıkacaktır. Yani demem o ki Hugo Chavez ile Nicolas Maduro'nun Türkiye sevgileri boş yere değildir. Osmanlı topraklarını ilk defa ziyaret eden en üst düzey rütbelinin Venezuelalı Kurucu Devlet Başkanı General Francisco de Miranda olduğunu söylesem herhalde meselenin derinliği daha iyi anlaşılacaktır. 1750-1816 arasında yaşayan Miranda'dan günümüze mücadelelerinin, devrimciliğinin, İspanya karşıtlığının yanı sıra 24 ciltlik bir külliyat kalmıştır. ABD ve İspanya ile İngiltere İstihbaratları Venezuella'nın başkenti Caracas’da saklanan bu külliyatın peşindeler. Ülkede ki tüm petrol ve altın rezervlerinin, kıymetli eşyaların, hazinelerin yerinin külliyatta saklı olduğunu düşünüyorlar. Eserin dördüncü cildinde ise generalin Türkiye seyahatine dair çok önemli notların ihtiva edildiğini biliyorlar. Türkiye- Osmanlı -Venezuella ittifakının sebepleri ve sonuçları hakkında kafa yormak isteyen ABD, Sultan I. Abdülhamid döneminde ülkeye gönderilen ve nesilden nesile geçerek hala orada olan Venezuellalı gibi görünen Türk istihbaratçılarının ve ailelerinin de peşinde. Sadece bu derin bilgi bile Venezuella’nın önemini ve Nicolas Maduro'nun iktidarda kalmasının değerini ortaya koymaktadır. General Francisco de Miranda Osmanlı Devleti’nden aldığı ilham ve ders ile İspanyol ve Portekiz sömürgeliğinden kurtulmuş, Mississippi Nehri'nden Ümit Burnu'na kadar uzanacak bağımsız bir imparatorluk hayal etmişti. İşte bu düşüncelerini hayata geçirmek ve Venezuela'nın bağımsızlık kazanması için çok uzun bir seyahate çıkmıştı zira yakacağı bağımsızlık ateşi için sır seyahat gerekliydi. Seyahatleri sırasında hayatının önemli bir parçası haline gelen günlük tutmaktan da asla geri durmadı. Günlükleri 63 cilde ulaşmıştı ve içinde haritalar, çizimler, planlarda bulunuyordu (günlükler 24 ciltlik külliyatın içindedir). 1770'te Caracas'tan İspanya'ya geçti. İspanya’da İspanya sömürgesinden ülkesini kurtarmanın yollarını aradı, önemli kişiler ile görüştü. 1785'te Hollanda, Prusya, Avusturya ve İtalya'yı kapsayan bir Avrupa seyahatine çıktı. 1786'da Türkiye üzerinden Rusya'ya gitti. Miranda'nın bu seyahatlerinde iki temel arayış vardı. Birincisi, “Kurulacak yeni ülke nasıl teşkilatlanacaktı?”, ikincisi ise “Bu yeni ülkenin bağımsızlığını elde etmesi için hangi devletlerden yardım bulabilirdi?” General Miranda, seyahatleri esnasında I. Abdülhamid Gazi'nin hükümdarlığı döneminde 1786'da Osmanlı topraklarına ve başkentine de geldi. 3 Temmuz 1786'da İzmir'e geldi ve burada 12 Temmuz'a kadar kaldı. Bu süre zarfında özellikle şehrin iktisadi vaziyeti hakkında bilgi topladı ve gözlemlerde bulundu. Hava şartları yüzünden İstanbul'a ancak 30 Temmuz'da ulaşabildi. 23 Eylül 1786'ya kadar sekiz hafta Osmanlı başkentinde kaldı. İstanbul'da kaldığı günlerde özellikle buranın askerî ve iktisadî durumu hakkında bilgi topladı. Camileri, kahvehaneleri, çarşıları, kütüphaneleri, Boğaz'ı ve mesire yerlerini gezdi, sultanın Cuma Selamlığı'nı seyretti. Miranda, yalnızca bir asker değil, bunun yanında iyi de bir entelektüeldi. Bu yüzden gezdiği ülkelerle ilgili kitapları da okumayı ihmal etmedi. Osmanlı topraklarını gezerken, daha önce bu imparatorluk ve özellikle İstanbul'la ilgili yazılan kitapları okudu. Okumaları sayesinde Baron de Tott kendisinin ilgisini çekmişti. Fransız asıllı Tott, 1771-1776 arasında Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi için hizmet vermiş ve buradaki hatıralarını daha sonra kitaplaştırmıştı. Tott'un hatıraları hem kısa sürede birkaç baskı yapmış hem de birçok Avrupa diline çevrilmişti. Miranda’da Tott okuyucularından biriydi ve Fransız asker hakkında hatıralarında şu eleştiriyi yapmıştı: "Ülke, âdetleri vs. ile ilgili bazı kitapları ve anıları okudum. Yazarlar bizleri yarı yarıya kandırmışlar, özellikle de Bay de Tott". General, Tott'u eleştirmesine rağmen Lale Devri'nde İstanbul'a gelen Lady Montegu'nun mektuplarının güvenilir olduğunu da söylemiştir. Osmanlı tarihi için önemli bir kaynak olan “d'Ohsson'un Tableau Général de l'Empire Ottoman” adlı eserini daha yayınlanmadan önce okuma imkânı buldu. Miranda, kendisi gibi asker olan Humbaracı Ahmed Paşa'nın da hatıralarını okudu ve paşanın Galata Mevlevihanesi haziresindeki mezarını ziyaret etti. Ayrıca Şeyh Ali Dede Efendi Hazretlerinin huzuruna çıkıp bağımsız devlet kurmak istediğini arz edip bu konuda ki fikirlerini aldı. Şeyh efendi kendisine derviş savaşçılar vaadi verdi ve dönerken haber etmesini istedi. Humbaracı Ahmed Paşa’nın mezarındaysa bir sır aradı lakin istediğini bulamadı veya bizler öyle zannediyoruz. Miranda, İstanbul'da bulunduğu süre zarfında özellikle tersane, tophane gibi askerî tesisleri ziyaret etti ve top talimlerini bizzat yerinde izledi, bunları hatıratında ayrıntılı bir şekilde anlatır. Bunun yanında şehirdeki günlük hayata dair de önemli bilgiler verir. General İstanbul'dan ayrılmadan önce Sultan I. Abdülhamid Hazretlerinin de huzuruna çıktı, sultan ile sohbet etme imkânı buldu. Hazretten Venezuela'nın bağımsızlığı için oraya hicret ettirilecek aileler ve para sözü aldı sonra doğruca şeyh efendinin huzuruna çıkıp İstanbul'dan ayrılmak üzere olduğunu arz etti. Bütün bunlardan sonra savaşçı dervişler ve para ile 23 Eylül 1786'da gemiyle İstanbul'dan ayrıldı ve Rusya'ya gitti. 1787'de Rusya'dan ayrıldıktan sonra İsveç, Norveç, Danimarka, Almanya, Hollanda, Belçika, İsviçre ve İtalya'yı ziyaret etti. Fransız İhtilali'nden birkaç hafta önce Paris'e geçti ve ihtilal olmadan şehirden ayrılarak Londra'ya gitti. Londra'da ülkenin önemli isimleriyle Latin Amerika ülkelerinin bağımsızlığı için diplomatik temaslarda bulundu fakat pek fazla netice elde edemedi. Bunun üzerine Fransa ordusuna katıldı ve burada önemli başarılara imza attı, ancak 1793'te casusluk suçlamasıyla tutuklandı ve 1795'e kadar hapis yattı. 1805'te New York'a gitti. Bundan sonraki hayatı Venezuela'nın bağımsızlığı için mücadeleyle geçti. 1811 tarihinde ise Simon Bolivar ve arkadaşlarıyla Venezuela'nın bağımsızlığını ilan etti kendisi de ilk devlet başkanı oldu. Ancak mücadelede başarıya ulaşamadı ve son nefesini Carraca'da 14 Temmuz 1816'da bir İspanyol hapishanesinde verdi. Miranda'nın Osmanlı topraklarına neden geldiği hâlâ çözülememiş bir muammadır. Araştırmacılar sadece para ve asker peşinde olmadığını, Galata Mevlevihanesi’nde, Topkapı Sarayı’nda veya başka bir yerde aradığı sırlar olduğunu söylemektedirler.

MİRANDA'NIN MİRASI

Sebastian Francisco de Miranda Rodriguez Espinoza, kısaca Francisco de Miranda "İlk evrensel Venezuelalı" olarak bilinir çünkü o bağımsızlık için başkaldırmış ayrıca ülkesini tanıtmak için de elinden geleni yapmıştır. İspanyol, İngiltere, Amerikan sömürgelerinin bağımsızlığı yolunda mücadele ettiği için Miranda'nın ismi bugün haklı olarak Venezuela'nın birçok yerinde yaşatılmaktadır. 1896 yılında Venezuelalı sanatçı Arturo Michelena tarafından hayatının farklı dönemleri resmedilmiştir, yapılan Zafer Anıtı'nda Miranda'nın ismi kazınmıştır. Sultan II. Abdülhamid Han Hazretleri ise atası Sultan I. Abdülhamid'in kurduğu Venezuela Karakolu’na emir vererek 1889'da Venezuela'da Miranda isimli bir eyalet ile yine aynı isimli bir Venezuela limanı, Caracas'ta bir metro istasyonu ve bir büyük cadde kurdurmuştur ve bunlar bugün dahi mevcuttur. Miranda adına daha sonra nişanlar hazırlandı, hayatı "Francisco de Miranda" ve "Miranda'nın Geri Dönüşü" adlı sinema filmlerine konu oldu. Cadiz, Caracas, Havana, Londra, Philadelphia, Patras, Sao Paulo, St. Petersburg ve Fransa Valmy'de Miranda'nın heykelleri de vardır. Dostlar, Venezuela Osmanlı ilişkileri sizlere bu arz ettiğim hususlar ile sınırlı değildir. Balkan Harbi, Osmanlı Venezuela İlişkilerini daha da sağlamlaştırmıştır. Balkan Harbi sırasında Osmanlı karakolu burada ki insanları harekete geçirmiştir. Kaynaklarda savaşa  gönüllü gelmek isteyen 20.000 kadar askerden bahsedilmektedir. Venezuela'dan yazılan ve Sadrazam Kamil Paşa’ya gönderilen bir mektupta şöyle bir ibare vardır: “Burada Osmanlı ordusunun mağlubiyetine kahrolacak, düşmanların galibiyetine dair haber geldikçe gözyaşı dökecek birçok Osmanlı vardır.” 

Yazımdan da anlayacağınız üzere, Osmanlı Devleti asla basit bir devlet değildir, çok büyük bir medeniyet kurmuş ve ayrıca da ayakta kalmak için çok derin bir teşkilatlanmaya gidilmiştir. Öyle ki Hugo Chavez ve Nicolas Maduro'nun yanında savaşan asker ve halktan gönüllüler işte bu Osmanlı'nın Venezuela’da ki halkıdır. Şimdi ise onlar yüce Türkiye Devleti’ne çalışmaktadırlar. Osmanlılar ile Venezuela ilişkisi Cihan Harbi’nde de devam etmiştir. Örnek vermek gerekirse Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı Ağustos 1914’te, önce Belçika sonra da Fransız Ordusu’na yazılmak isteyen Nogales Méndez’e, Bulgar Ordusu Korgenerallerinden Mihail Savov şöyle demişti: “Biliyorsunuz, Fransızlar ve İngilizler, Latin Amerika halklarının düşmanlarıdır. Asya ve Afrika’nın yoksul insanlarını da eziyorlar. Onlar için ne diye savaşacaksın? Sana Türk Ordusu’nda savaşmak yakışır, onlar senin kardeşlerindir.” İşte bu sözler üzerine Méndez Osmanlı ordusuna katılmıştır. Asıl adı “Rafael Ramon Indxaupse” idi. Ancak İspanya Bask kökenli olan babası Pedro Felibe Indxauspe Cordero’nun Baskça (Euskera) dilindeki soyadını, daha sonra İspanyolcaya tercüme ettiğinde “ceviz ağacı” anlamına gelen “Nogales” soyadını kullandı. Rafael de Nogales Méndez, 14 Ekim 1877’de, bugün Batı Venezuela’da ve Anden Bölgesi’nde Táchira Eyaleti’nin başkenti olan San Cristóbal’de doğdu. Ataları, Cenovalı denizci ve kâşif Kristof Colomb’a (öl. 1506) 4. Amerika yolculuğunda (1498’den sonra) eşlik eden Yüzbaşı Diego Méndez’e dayanmaktaydı. Venezuelalı bir maceracı, asker ve yazar olan Nogales Méndez, erken yaşlarda ülkesini terk etti ve harp akademisinde eğitim görmek için Avrupa’ya gitti. 17 yaşında asteğmen olarak İspanyol ordusuna girdi. 1898’de Sultan Abdülhamid'in tezgâhladığı ve kışkırttığı harpte Küba’da ABD’ye karşı yapılan savaşa katılmıştır. 1901’de ise Venezuela ordusuna girmiştir. 1901-1903 arasında devam eden Venezuela Libertadora İhtilali’ne katıldı ve yüzbaşı oldu. 

“Sana Türk Ordusu’nda savaşmak yakışır.” 

Nogales Méndez, Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı Ağustos 1914’te, önce Belçika sonra da Fransız ordusuna yazılmak istedi ancak Venezuela vatandaşlığını terk etmesi şart koşulduğu için ve bu şereften mahrum olmamak adına ordulara katılmaktan vazgeçti. Nogales Méndez, İspanyol ve yerli köklere sahip bir Venezuelalı idi. Fakat çocukluğu Almanya’da geçmiş ve eğitiminin büyük bir kısmını orada tamamlamıştı dolayısıyla savaş başladığında, “bir yanda Almanya’daki gençliğine dair mesut hatıraları öte yanda Latin karakterinden gelen özgürlük aşkı” çıkmazıyla karşı karşıya kaldı. 1915 yılının Ocak ayında İstanbul'a gelmiş, 1919 yılına kadar Osmanlı ordusunda önce yüzbaşı daha sonra binbaşı olarak görev yapmıştır. 1915 yılının Ocak ayında İstanbul'a gelen Nogales, dönemin en önemli askeri şahsiyetlerinden, Liman Von Sanders, Von Bronsart ve Damad-ı Hazreti Şehriyari Enver Paşa tarafından İstanbul’da çok iyi karşılanmıştır. Bu ilk gelişinde üç hafta kadar başkentte kalan Nogales, aynı yılın Şubat ayı başında III. ordu emrine atanmış ve 12 Şubat 1915 günü Haydarpaşa Garı’ndan hareketle ülkemizde ilk görev yeri olacak olan Doğu Cephesi’ne doğru yola çıkmıştır. Nogales'e Türkiye'den ayrılırken verilen, Harbiye Nazırı Abdullah Paşa imzalı terhis belgesinde, kendisinin rütbesinin binbaşılığa yükseltildiği açık ifadelerle belirtilmiştir. Dostlar petrol, altın ve doğalgaz kaynakları olduğu halde fakirlikle imtihan olan Venezuela, İspanya, İngiltere ve ABD'nin sömürge sisteminin kurbanıdır. Günümüzde de ABD'nin ülkenin petrol ve altınlarına çökmek için yaptırdığı saldırılar ve darbeler maalesef insanlığın gündemindedir. Bu manada darbe tehdidiyle karşı karşıya kalan Nicolas Maduro'nun iktidarda kalması hem insanlık için hem de Türkiye ve Venezuela'nın selameti için çok önemlidir. Venezuela'nın sömürgecilerle petrol ve altın savaşı Juan Vicente Gómez'in II. Abdülhamid'in yönlendirmesi ve Osmanlı ileri karakolunun yardımlarıyla başa geçmesiyle daha da hızlanmıştır. 1908-1935 arasında Venezuela diktatörü olarak görevde kalan Juan Vicente Gómez yerli olmasına ve iyi bir resmi öğrenim görmemesine karşın, Andlar bölgesinde geniş nüfuz kazanmıştır. 1899'da Cipriano Castro'nun özel ordusuna da katılmıştır. Başkent Karakas'ın ve yönetimin ele geçirilmesinden sonra başkan yardımcılığına getirilmiştir. 1908'deyse Osmanlı ileri karakolunun darbesiyle Castro'nun Avrupa'da tedavi görmesinden yararlanarak iktidara el koymuştur. Ölümüne değin bazen doğrudan bazen de başkanlar aracılığıyla ülkeyi yönetmiştir. Yönetimi sırasında Venezuela bağımsızlık ve ekonomik gelişme yönünde çok önemli adımlar atmıştır. 1918'de Maracaibo Gölü yakınlarında petrol bulununca, Amerikan, İngiliz ve Hollandalı petrol şirketleriyle Venezuela'nın çıkarı doğrultusunda çok sıkı pazarlıklara girişmiştir. Yabancı ülkelerle iyi ilişkileri korumuş ve bütün dış borçları ödemeyi de başarmıştır. Yerel caudillolar (askeri şefler) ile Katolik Kilisesi üzerinde denetim kurdu. Kapsamlı bir bayındırlık programı başlattı ve etkili bir yönetim sistemi oluşturdu. Bu arada efsanevi hizmetleri sonucunda Venezuela’ya çok sayıda çiftlik, işletme ve sanayi kuruluşu da eklemiştir. Ülkenin artan zenginliğiyle birlikte Güney Amerika'nın en iyi donanımlı ordusunu ve her yere uzanan ajan şebekesini de o geliştirdi (Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nın yardımlarıyla). Kıymetli dostlar, anlayacağınız Venezuela Türkiye ilişkileri asla sıradan ve tesadüfi değildir, durumun böyle olduğunu da dikkatlerinize arz etmek isterim. Bütün bu tarihsel arka plandan sonra günümüzde de Türkiye ile Venezuela arasında ki sıkı birliktelik de asla tesadüf değildir ve geçmişten günümüze yaşananların sonucudur. Venezuela Madencilik Bakanı Victor Cano, kamu maden şirketleriyle küçük maden işletmelerinin Venezuela’da çıkardıkları altını işlenmesi ve altının paraya çevrilmesi için Türkiye’ye yolladığını söylemesi de işte bu efsanevi birlikteliğin sonucudur. Cano, "Eskiden sertifikalandırma süreci İsviçre’de yapılırdı, artık yapmıyoruz. Bu süreç artık müttefik ülkede yapılıyor. İsviçre’ye altını yolladığınızı, onların da yaptırımlar yüzünden altınınızı tuttuğunu düşünün bu hiç iyi olmazdı değil mi?" demiştir. Bakan Cano, Türkiye ile Venezuela’nın bu yıl altın işlemek üzere anlaşma imzaladığını bildirirken anlaşmanın detaylarına ilişkin sır olduğu için bilgi vermemiştir. Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (RİSİ) ABD, Kanada ve Latin Amerika Ülkeleri Merkezi Başkan Yardımcısı Dımitriy Burıh, Sputnik'e verdiği röportajda Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'nun ve yenilenen hükümetin yeni görev süresinde en önemli görevlerinden birinin ekonomik bağları azami derecede çeşitlendirmek ve yeni ortaklar bulmak olduğuna dikkat çekmişti. İşte burada bahsedilen önemli ve değerli ortak Türkiye'dir. “20 ton altın üretildi, büyük bir kısmı gönderildi" Ankara'nın da yeni ortaklar üzerinden ticari-ekonomik ilişkilerini genişletmeyi istediği için Venezuela ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişmeye devam edeceklerini söyleyen Burıh, şöyle konuştu: “Venezuela Türkiye'nin şimdiye kadar fazla açılmadığı Latin Amerika pazarına açılan kapısı olacaktır (ABD'nin hazmedemediği durumlardan biri de işte budur). Ayrıca Venezuela Türkiye menşeili ürünler için çok büyük bir pazardır. Ankara'nın diğer pek çok ülke gibi aktif bir biçimde altın satın aldığı da unutulmamalıdır, Venezuela'da bu yıl milyonlarca dolar değerinde 20 ton altın üretildi ve altının büyük bir kısmı Türkiye'ye gönderildi. Bu nedenle Venezuela-Türkiye arasındaki ilişkilerin geleceğini umut verici olarak değerlendiriyorum” demiştir. Kanıtlanmış petrol rezervi bakımından dünya sıralamasının zirvesinde bulunan Venezuela, günlük petrol üretiminde ise 11. sıradadır. 300 milyar varil petrol rezervinin yanı sıra 5,5 trilyon metreküp doğalgaz rezervine de sahiptir. Sadece burada ki rakamlar bile Amerika Birleşik Devletlerinin Venezuela'da neden demokrasi oyunu oynamaya çalıştığının en açık göstergesidir. ABD'nin zehirlemek suretiyle katlettiği Cumhurbaşkanı Hugo Chavez'in politikalarının her bir Venezuelalının hayatını iyi manada değiştirdiğini söylersem pek yanlış söylemiş olmam. Mesela Ramos'u ele alalım. Tekerlekli iskemleyle yaşayan ve beş yaşındaki torununa bakan Ramos, Caracas'daki toprak kaymaları sırasında evsiz kalmıştı. Hükümet derhal müdahale ederek kendisine başkentin yeni gelişen bir mahallesinde bir apartman katı vermişti. “Evin yerindeyse otobüs de var, metro istasyonu da, okullar var, her şey var.” Daha önce hiç böyle güzel bir yerde yaşamadığını da Ramos dile getirmiş, Başkan Hugo Chavez'e teşekkür etmişti. Hükümet bununla da kalmamış, Celia Ramos'a, devlet tarafından ve ülkede çok yaygın olan mısır gözlemesi satan "areperas socialistas" namlı kafelerden birinde de iş vermişti. 13 yılı aşan iktidarı döneminde Hugo Chavez ülkedeki yoksulların hayatlarını iyileştirmeyi hedefleyen çok sayıda projeyi de hayata geçirmişti. “Barrio Adentro” adını verdiği proje ile yüzlerce Kübalı doktoru Venezuela'ya getirerek, ülkenin en yoksul mahallelerinde yeni sağlık ocakları ve hastaneler açmıştı. Gözleri kör olanları ameliyat ettirip gözlerini açtırmıştı. Çok uluslu şirketlerden el konan on binlerce hektarlık toprağı tarım yapmaları için Venezuelalı yoksul köylülere dağıtmıştı. Kurduğu tramvay sistemiyle başkentin çevresindeki tepelere kurulmuş yoksul gecekondulardaki halkın kent merkezine kolay erişimini sağlamıştı. Bütün bu projeler, belirtilen hedeflerine erişmenin ötesinde hep birlikte ülkede o zamana kadar neredeyse yok sayılmış bir toplumsal kesimi, görünür ve yaşayabilir hale getirmiştir. Muhalefeti destekleyenler bile Chavez'in sosyal adaletsizlikle mücadele konusunda attığı adımların önemini kabul ediyor, “Chavez yoksul insanlara hayatlarında asla başka bir şekilde karşılarına çıkması mümkün olmayan fırsatlar sunmuştur” diyordu. Chavez yoksullara ve ülkesinde ki insanlara bir ses ve bir kimlik vermiştir. Sadece ülkesinde de değil, aynı zamanda uluslararası alanda da bunu yapmıştır. Güney-güney diyaloğunun kararlı bir savunucusu olan Chavez, Latin Amerika'nın benzer siyasi programları olan yönetimleriyle yakın ilişkiler kurmuştur. ABD'ye karşı bir dış politika izleyen herkes ile ilişkilerini geliştirerek, Venezuela'yı uluslararası bir aktör haline getirmiştir. Venezuelalı siyasi yorumcu Carlos Romero, “Chavez yoksul insanlara hayatlarında asla başka bir şekilde karşılarına çıkması mümkün olmayan fırsatlar sundu” diyor ve bu sözünde sonuna kadar haklı da ama Chavez'in bunu yaparken izlediği yöntemler toplumun bazı kesimlerini de rahatsız etti. Onlar da ABD ülkeyi işgal etse ABD bayrağı sallayacak olanlardır. Chavez'e yöneltilen eleştiriler ekonominin yönetimi ile ilgiliydi. Örneğin yabancı sermaye tarafından işletilen madenlerin millileştirilmesinin, güvensizlik yarattığı ve yabancı sermayenin kaçışına sebep olduğu söyleniyordu oysa o ülkenin kaynaklarını halka dağıtmaktan başka bir şey yapmıyordu. Yabancılardan el koyduğu toprakları da halka dağıtmıştı. Chavez, siyasi muhaliflerinin bütün eleştirilerine rağmen, 2002 yılında artık geri dönüşsüz sanılan bir darbe girişiminden de Osmanlı karakolu tarafından kurtarılarak geri dönmeyi başarmıştır. Son girdiği seçimlerde de defalarca halkının desteğini kazanmıştır. İdarede Sultan II. Abdülhamid'i benimsemiştir bu sebepten de çok merkeziyetçi bir yönetim tarzıyla ülkeyi idare etmiştir dolayısıyla da bütün kurumlar ona bağlı çalışmıştır. Ancak maalesef ABD tarafından zehirlenerek katledilmiştir. Şimdi ise geride bıraktığı boşluğu doldurmakta zorlanacak bir Venezuela var ve halefi Nicholas Maduro önderliğinde ve Türkiye'nin yardımlarıyla ABD darbe ve işgaline karşı direniyor. Şanlı emperyalist direnişe Osmanlı karakoluna ve Venezuelalı dostlara selam olsun vesselam.