Maraşlı Zübükzade’nin Masalları

Maraşlı Zübükzade’nin Masalları
Abone Ol

Merhaba kıymetli okuyucularım,
Her hafta olduğu gibi bu hafta da gönlümüzden geçenleri, gözümüzle gördüklerimizi, kulağımıza fısıldananları sizlerle paylaşmak istiyorum. Lakin bu sefer mevzu derin. Öyle derin ki, yer yer tebessüm ettiriyor, yer yer düşündürüyor, yer yer de hayret ettiriyor insana.

Bir memleket düşünün; medeniyetin beşiği, inancın sancağı olmuş bir şehir. Bu şehirde bir takım isimler var ki, sanki her cümlelerine “ümmet”, “İslam”, “Müslüman coğrafyası” demeden başlayamıyorlar. Ama ne gariptir ki bu yüce kavramların arkasına saklanarak, kendi küçük dünyalarını imar etmekle meşguller. Halkın gözünde dindar, kalplerinde ise çıkar odaklı… İşte bu tezatlığın ete kemiğe bürünmüş haline halk arasında bir isim takılmış: Zübükzade.

Zübükzade çıkıyor meydanlara, “Biz ona sahip çıkacağız, o Kudüs’e sahip çıkacak; biz ona sahip çıkacağız, o ümmete sahip çıkacak” diyor. Ne güzel sözler değil mi? Lakin söz söylemek kolay, sahip çıkmak mesele. Daha dün kazandığınız yerel yönetimleri yönetmekte zorlanırken, en yakınızda size “sadakatle” hizmet eden adamınızın bile ardındaki karanlığı aydınlatamamışken, nasıl oluyor da ümmetin tamamına sahip çıkacağınızı iddia ediyorsunuz?

Bu tür söylemler, artık halkın vicdanında karşılık bulmuyor. Çünkü insanlar, lafa değil icraata bakıyor. Zübükzade’nin ve benzerlerinin yaptığı şey aslında çok tanıdık: Dinin sıcaklığına sığınarak, kendi menfaatlerini güvence altına almak. Oysa ki din, ne bir kalkandır ne de bir pazarlık malzemesi… Hele ki bir partinin tabelası altında, kirli hesaplara alet edilmesi affedilir bir şey değildir.

Zübükzade böyle, peki ya onun izinden gidenler? Onlar da tıpkı öncülerine yaraşır şekilde davranıyor. Misal, Aksu gibi akan bir isim var ortalıkta; daha dün eleştirdiği isimlerin peşine bugün listeye girebilmek uğruna takılıp kalmış. Dün taş attığı kapılardan bugün içeri sızmanın yollarını arıyor, çareyi genel başkan yardımcılarına kadar ulaşmakta buluyor. Ve ne hikmetse, ismi bir anda listelerde parlıyor. Dava mı? O, menfaatin gölgesinde bir siluet gibi kalıyor sadece. Anlayacağınız, dava dedikleri şey artık ne yazık ki sadece bir merdiven; çıkılacak yer varsa sadakat, inilecek bir bedel varsa sessizlik hâkim.

Ama biz isim vermeyiz, şahıs konuşmayız. Lakin halkın vicdanı konuşur, zaman konuşur. Ve her şeyden önemlisi, hakikat eninde sonunda tecelli eder.

Kıymetli dostlar,
Gerçek samimiyet, kürsüde yüksek sesle ümmet demekle değil; o ümmetin en alt tabakasında açlıkla, adaletsizlikle, zulümle mücadele edenlerle aynı sofraya oturmakla olur. “Sahip çıkmak”, sadece cümle arasında geçen bir süs değil, hakkını vererek yaşanması gereken bir sorumluluktur.

Unutmayalım, hakikat güneş gibidir; ne kadar perde çekersen çek, vakti geldiğinde mutlaka doğar.

Selam ve dua ile…
Bir sonraki yazıda görüşmek ümidiyle, kalbinizden hakikati eksik etmeyin.