İçinde bulunduğu zamana teslim olan, ayak uyduran, onlar gibi yaşamaya çalışan, örf adet ve kültürlerine dokunmayan bir peygamber hiçbir zaman gelmedi kardeşim. Her Peygamber, birlikte yaşadığı toplumu, yanlış alışkanlıklarından, idari, ticari, ailevi ve ictimai hatalarından, pisliklerden, kötülüklerden arındırmaya çalıştı.

Ne kadar da kolay olurdu Peygamberimizin ve sahabenin işi! Eğer bizler gibi olsalardı, çok rahat ederlerdi. Ya evlerinde, ya da Kabe’de sessizce namazlarını kılıverip dağılırlardı. Onların oruçları, hacları, zekatları, kurbanları kimsenin umurunda olmazdı. Hatta; “Kardeşim! namazına, başörtüne, camiye gitmene, oruç tutmana engel mi var?” diye teşvik bile ederlerdi.

Kırk yaşında Peygamber olan efendimiz (sav), yirmi üç yılda çevresini, beldesini, ülkesini, devletini ne hale getirdi, defalarca incelemeli değil miyiz? İlgilendiği şahısları, nerden nereye taşıdı ve bu insanların hayatlarında ne gibi değişikliklere sebep oldu, araştırmaya değmez mi? Tarihçi, tefsirci, hadisçi, mealci, mezhepçi, tarikatçı ya da başka biri, her kim olursan ol, hangi gözlükle bakarsan bak, bu gerçekleri görmezden gelmek mümkün mü? Şehadet kelimesi getiren sahabe aniden, anne babadan başlayarak akrabalarına düşkün, içkiden, faizden, zinadan, cinayetten kaçan, kul hakkından korkan, kardeşlerini canını verecek derecede seven, islamı yaşamak için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olan, yanlışlara meydan okuyan, adil, dürüst, yardımsever, güvenilir ve samimi hale geliyordu.

İnanın bizim kadar ilmihal bilgileri, tasavvufi derinlikleri, ilmî çalışmaları, okulları, medreseleri, tekkeleri, çilehaneleri yoktu. Abdesti bozan ayrıntılar, kıyafetlerindeki desenler ve şekiller, tesbihlerindeki sayılar, rükuda bellerini dümdüz hale getirmeler, üçler, beşler, yediler, hatimler, salavatlar, yasinler, kırklar, türbeler vs. özel ilgi alanlarına girmiyordu.

Yüce Resul’ü özel takip eden, her hareketini, konuşmalarını, uygulamalarını kayıt altına almaya çalışan bir grup yok değildi ama onlar bile efendimiz tarafından uyarılıyordu. Kişilere ve sorulara göre değişik zamanlarda ve farklı mekanlarda söylediği sözlerin ayet gibi algılanmasını, her yaptığının farz gibi anlaşılmasını istemiyordu. Çünkü fetvaların kişisellik özelliği vardı ve Peygamberimizin hayatı bunun örnekleriyle doluydu. Çevresinde, her çeşit insan vardı ve bunların seviyeleri birbirinden çok farklıydı. Dolayısıyla sorular da, verilen cevaplar da değişken olabiliyordu.

İslam’ı yaşamak için oluk oluk kanlar aktıysa, sürgünler ve işkenceler yaşandıysa, hiç kimse kusura bakmasın ama İslam’ın şartı beş olamaz. Alimlerin kolay ezberlenmesi için maddeler haline getirdiği meşhur hadis-i şerifi iyi anlamalıyız. Bir daha hatırlayalım; “İslam beş şey üzerine BİNA OLUNMUŞTUR; şehadet, namaz, oruç, zekat, hac.” Büyük harflerle bilerek yazdım. İslam’ın bütün güzellikleri yaşanacak ve bunların kontrolü, sağlaması bu maddelerde geçenlerle yapılacak. Aksi takdirde bu hadisi; içi doldurulmadan, sadece şekil ve ritüel olarak ele alınırsa, günümüz Müslümanlığının doğru olduğu kanaati hasıl olur. Ancak, en kısa özetleriyle şehadet kelimesinin Yüce Yaratıcı ile sözleşme imzalamak, namaz ile huzurda hesap vermek, dertleşmek, oruç ile kardeşlikler, arınmalar, halden anlamalar, hac ve cemaat ile toplantılar, kararlar, zekat ile paylaşımlar, fedakarlıklar anlaşılırsa durum çok farklı hale gelir. Beş şart gibi gözüken ama altında yüzlerce belki binlerce madde yatan bir şema ortaya çıkar.

Özetle, Müslüman yaşadığı topluma direnen insandır. İslam, hayatın tamamını etkileyen ve değiştiren bir dindir. İnandığımız Allah, her şeyimize karışan, şekil veren, talimatlarıyla düzenleyen yüce makamdır. Dolayısıyla Müslüman olduğunu söyleyen kimselerin idarecilikleri, alışverişleri, eğlenceleri, üzüntüleri, düğünleri, cenazeleri, kıyafetleri, davranışları, ticaretleri, akrabalıkları, hak hukuk anlayışları çok farklıdır. Bütün hayatlarında buram buram maneviyat ve rahmanilik kokar.