İslam ve Sanat

Abone Ol

Öğrencilik yıllarında Sezai Karakoç’u ziyarete gittiğimizde söylediği bir söz hala hatırımda. Demişti ki “İnsani olan İslami’dir, İslami olan insanidir.”

Bu özellik İslam’ın sanat anlayışına da aynen yansımıştır. İslam sanatı inkişaf ederken insani olmaya, çevreye ve doğaya saygı göstermeye. İnsanın fıtratına uygun davranmaya azami özen göstermiştir.
Bunu birkaç örnekle açıklayabiliriz.

Topkapı sarayı inşa edilirken Batının sıkıcı ve bunaltıcı yekpare blok bina anlayışı ile hareket edilmemiş tam tersine geniş bir bahçe içerisine parça parça küçük köşkler ve binalar ve müştemilatı yerleştirilmiştir. Mimarinin merkezinde taş ve bina yoktur. Doğa vardır, doğa ile uyum vardır. Bu yüzden bazı gezilerimde turistlerin kısmen hayal kırıklığı yaşadığına şahit olmuşumdur.

Çünkü onlar görkemli bir giriş kapısının arkasında kendilerini görkemli bir sarayın beklediğini düşünürken adeta araziye yayılmış küçük binalar görünce hayli şaşırıyorlar.

Doğa ile bütünleşmiş ve doğal olanı daima tercih etmiş olan sanat mimari ve estetik anlayışımız camilerde de kendisini gösterir.

Camiler geneller mahallin en yüksek yerine yapılır. Camiler ne kadar büyük olursa olsun çevresiyle ve doğayla zıtlaşmaz. Göze aykırı görünmez. Çünkü çevreye uyum birinci önceliktir.

Bu sebepten daha İstanbul’un batı yakasına geçmeden henüz Anadolu tarafında iken karşıya Avrupa tarafına baktığınızda şöyle bir tablo görürsünüz;

Karşıda uzun minareler göze çarpar önce. Bu minareler gökyüzünü delercesine yükselmesine rağmen göze ve etrafa rahatsızlık vermez. Çünkü çevresindeki selvi ağaçlarının arasında neredeyse kaybolur gider.
İkinci planda kubbeleri görürsünüz. İrili ufaklı kubbeler hem oval yapısı ile göze hoş görünür hem de çevresindeki tepeciklerin bir parçasıymış gibi durur.

Batının gotik köşeli kasvetli doğa ile savaşan devasa katedralleri ile kıyaslandığında bizim camilerimiz insana doğaya ve eşyanın tabiatına çok daha yakın durur.

Camilerin yanına yaklaştığınız zaman tıpkı Topkapı sarayı gibi bu yapıların da içlerinde bulundukları mekanın doğal bir parçası olduğunu hemen fark edersiniz. Dış avlu, iç avlu, revaklar, son cemaat yerleri derken camiinin içinde daima genişliğin, ferahlığın ve uyumun ön planda olduğunu hissettirir.

Mimari inşa edilirken insanın beşeri ve fıtri özellikleri nazara alınır. Cami bir külliyenin merkezinde yer alır. Külliye bünyesinde insanın en acil ihtiyaçlarını karşılayacak yapılar vardır. Çarşı, İmaret, Hamam, kütüphane, zamanı ayarlamak için muvakkithane, medrese ilk göze çarpan yerlerdir.

Bu eserler inşa edilirken kullanılan teknik ise bugün itibarı ile tam anlaşılabilmiş değildir. Yapılar kat kat inşa edilir. Zemini oluşturan taşıyıcı duvar ve direklerin bir sonraki kat olan revaklara ve kubbelere nasıl böyle bir ustalıkla bağlandığına şaşar kalırsınız.

İbadet için inşa edilen camilerin mutlaka göze ve ruha hitap eden bir yönü olmalı. Kubbeler uhrevi sesleri her yöne eşit dağıtırken, rengârenk pencereler yalnız güneşin değil hayatın da bütün renklerini içeri sızdırıyor.
Aslında bu selatin camileri pozitivistlerin modernizme dair pek çok iddiasını çürütmeye yetiyor. Çünkü yapıldığı yıllar itibarı ile kullanılan teknik zamanın boyutlarını çoktan aşmış durumda.

Mesela tabandaki kesme taşlar ara ara delikli. Bu delikli taşların altından havalandırma mazgalları geçiyor ve bunlar dışarı açılıyor. Bir tadilat sırasına bu deliklerin hikmeti bilinememiş üzeri betonla kapatılmış ve bir süre sonra bakılmış ki camiinin halıları nemleniyor. Hatayı anlamışlar.

O kadar deprem geçirmesine rağmen bu camilerin pek bir hasar görmediğini biliyorsunuz ama bunun sebebini merak ediyor musunuz?

İlk temel atılır ve üç yıl beklenirdi. Bir gevşeme göçme varsa görülürdü. Temeli teşkil eden büyük kesme taşların üzerine ardıç ağacından yapılma direkler dizilirdi. Ardıç nemden etkilenmeyen ve kurtlanmayan bir ağaç cinsidir. Bu sallantı sırasına bina bu yuvarlak ağaçlar üzerinde gider gelir ve yıkılmazdı.

Sütunların dibine yerleştirilen devasa mumların nasıl olup ta camiyi karartmadığını mutlaka dudunuz. Öyle bir havalandırma tekniği kullanılmış ki bu isler doğruca is odasına gidiyor oradan alınıp mürekkep yapılıyor.
İddia edildiği gibi sanat ve mimari gittikçe terakki eden bir alan değil. İslam’ın zirvede olduğu zamanlar da sanat da mimari de teknik de doğaya ve insana saygı da zirvedeymiş.

 

Maraş Pusula Haber - maraspusula.com / Yazar,