(Osmanlı Hazinesinde ki 140 Ton Gümüş ve 2 Ton Altın Kimindir?- Eleştirilere Cevap) 

Kıymetli dostlar, geçenlerde 1969 yılında Osmanlı Devleti'nin 140 ton gümüş ve 2 ton altının satıldığıyla ilgili bir paylaşım yapmıştım ve demiştim ki CHP İstanbul Senatörü Parti Sekreter Yardımcısı Eski Maliye Bakanı olan Prof. Dr. Besim Üstünel'in (1927- 2 Haziran 2015) vaktiyle yapmış olduğu  açıklamalarından öğreniyoruz ki "Osmanlı'dan kalan gümüşler içinden 140 ton tarihi gümüş satıldı. Satılan gümüşlerden 5-6 milyon dolar gelir elde edildi. Ayrıca 2 ton Osmanlı altını satıldı." Bendeniz bu paylaşımı yapınca bazı eleştiriler aldım, bu eleştirilere kısaca cevap vermek istiyorum. "Ne yani Osmanlı hanedanının 140 ton gümüşü ve 2 ton altını vardı söylemine sevinelim mi?"

Cevap: Osmanlı Devleti'nde hanedan üyelerinin ve hükümdarın kendi el emekleri, çaba ve gayretleri ile kazandıkları ve maaşları haricinde devletin hiçbir mülkü, hazinesi şahıs ya da şahıslara ait mallar değildir. Kendi menfaatleri ve yararları için satılamaz veya miras bırakılamaz. Dolayısıyla bu bahsi geçen 140 ton gümüş ve 2 ton altın hükümdarın, hanedan üyelerinin şahsi serveti değildir, devletin ve hazinenindir. Hakka yürüyen sultanların dahi eşyaları, elbiseleri, silahları hazine dairesine, onlardan kalan evraklar da Hazine-i Evrak'a kaldırılırdı. Asla satılamaz, el değiştiremezdi. Hükümdar makbuz karşılığı hazineden bir obje alırsa işi bitince yine makbuzu ile birlikte günü geldiğinde iade etmek zorundaydı. "Osmanlı halkı kıtlık ve sefalet ile uğraşırken padişahlar ve hanedan üyeleri zevkü sefa içindeydi." Cevap: Bu konuda içi tamamen belge dolu olan Murat Bardakçı'nın Şahbaba kitabını okuyun ve Sultan Vahideddin döneminde sarayda ki sefaleti, fakirliği görün ya da Sultan Reşad'ın Saray Hocası Safiye Ünivar Hanımefendi'nin hatıratını okuyun. Millet ve devlet için yaşayan hanedanı görün ya da Sultan Hamid Hazretlerinin muhterem Kızı 

Ayşe Osmanoğlu'nun Babam Abdülhamid kitabını okuyun. Devlet hazinesi ne demektir ve nasıl göz nuru olarak, halkın malı olarak görülmüş korunmuş anlayın. Halk fakirlik içindeydi söylemi de 1909'da ki darbeden sonraya ait bir söylem olursa kısmen doğru olur çünkü devletin, hazinenin yağmalanması ve savaşa girilmesi kıtlığı ve fakirliği getirmiştir. Buna rağmen Sultan Reşad ve Sultan Vahideddin millet, devlet ve halk için çalışmıştır. Hatta İttihatçılar iktidardan düştükten sonra Sultan Vahideddin Osmanlı'nın büyük bir medeniyet olduğunu göstermeyi başarmıştır. Önce belirtmek istediğim çok önemli bir husus var, onu sizlere arz edeyim: Devlet yıkıldığında dahi Cumhuriyet devrine  fabrikalar, hastahaneler, okullar, üniversiteler ve askeri yapılar kalmıştır. Son Sultan Vahideddin Hazretleri iktidarı bıraktığında devletin kasasında 161 milyon lira nakit para bırakmayı başarmıştı ayrıca Lozan'da kabul edilen borçların 107.830.608 lira olduğunu da arz etmek isterim. Burada ki hesaptan anlaşılan İttihatçılar yönetimden gittikten, onların saçıp savurması kesildikten sonra ki son dört yıl, üstelik Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış olsak da Sultan Vahideddin Hazretleri o yoklukta devleti yeniden kâra geçirmeyi başarmıştı. Kaldı ki borçlanması, iflas etmesi ile suçlanan Osmanlı'yı yıkıma sokan, iflas durumuna getiren de İttihatçılardan başkası değildi vesselam.

Yazının kaynakları:

1-Can Mumay/ Borcu Bitiren Abdülhamid Politikası mı?/ 19 Mayıs 2013/ Akşam Gazetesi

2-Bir Devrin Son Sultanı II. Abdülhamid/ Vahdettin Engin/ Sayfa: 68-69 

3-Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi/ Şevket Pamuk/ s: 233 

4-Büyük Osmanlı Tarihi/ 5. Cilt/ S:123-129/ Enver Ziya Karal 

5-İkdam Gazetesi/ 17 Nisan 1919 tarihli nüsha