Her daim ifade ettiğim hususu burada bir kez daha ifade etmeyi gereklilik olarak görüyorum. Maksadımız ideal Devlete ulaşmanın yollarını göstermektir. İdeal Devlet, Allah’ın yeryüzünde görmeyi arzuladığı Devlet’tir. Yüce Rabbim (cc) Dünya’da kullarının hak ve adalet üzerine yaşadığını görmeyi arzuladığı gibi, bu arzunun en kapsamlı, en temelli gerçekleştirilmesi için toplumların ve Devletlerin de adalet ve hak üzerinde tesis edilmesini murad etmektedir. Öyleyse ismi ne olursa olsun, ister cumhuriyet, isterse krallık olsun, adalete ve hakka istinat eden Devlet, Allah’ı muradıdır. Açın Kur’an-ı Kerim’e bakın, can kulağıyla dikkat verin Sevgili Peygamberimizin (asm) hadisi-i şeriflerine, şunu hemen farkedeceksiniz, “adalet, adalet, adalet.” Bu durum oldukça net.

Bu noktayı arz ettikten sonra, şimdi Filozof Descartes’in ahlak, etik, Devlet ve siyaset üzerine görüşlerini sunalım. Burada şunu da belirtelim, Allah kısmet ederse, bu yazı serisi devam ettiği sürece, bir hafta Batılı, bir hafta Doğulu Âlim ve Filozof’un görüşüne yer vererek, doğu ve batı arasında adeta sentez neydana getirmeye çalıacağım. Benim gözümde bir filozofun ya da alimin Doğulu yada Batılı, Hristiyan ya da Müslüman olmasının hiçbir önemi yok. Benim için önemli olan fikirlerinin ahlak ve adalet, doğruluk ve sağlam bir Devlet üzerine olsun yeter.

Rene Descartes, 1596'da Fransa’da doğmuştur. Bir yaşındayken annesi Jeanne Brochard ölmüştür. Babası Joachim, Britanny Parlamentosu’nun üyesiydi. 1606 veya 1607’de, Descart Jesuit Colléege Royal Henry-Le-Grand’a gitmeye başladı. Burada Galileo’nun matematik ve fizik çalışmalarıyla tanıştı. Aralık 1616’da mezun olduktan sonra, Poitiers Üniversitesi’nde, babasının avukat olması konusundaki istekleri doğrultusunda hukuk bölümünde lisansını bitirdi.

Descartes, hayatın içinden sanki toplumu bir laboratuvar gibi görerek oradan felsefe üzerine sonuçlar çıkarmıştır. Bu özelliğini, kendisi şöyle açıklar: “Toplumda farklı mizaç ve rütbelerdeki insanların arasına karışarak, kaderin karşıma çıkardığı durumlarda kendimi test ederek ve her zaman karşıma çıkan şeyden bir fikir, bir ibret, bir sonuç çıkardım.”

Filozoflar toplumu bir laboratuvar gibi görürler. Ve o laboratuvardan nice nice kanıtlar ve nice nice tahliller meydana çıkarırlar. Descartes de öyle yapmış, içinde bulunduğu toplumu iyi incelemiştir, sağlam bir şekilde müşahede etmiştir.

Rene Descartes, hayatının çoğunu Hollanda’da geçirmiştir. Filozofinin Babası unvanını almasının nedeni, felsefecilerin birçoğu kendilerine has özgün düşünce ve eser sunmaktan öte, çoğunlukla Descartes’in hâlâ üzerinde çalışılan yazılarına cevap niteliğindedir. “İlk Felsefe Üzerine Düşünceler” kitabı, çoğu üniversitenin felsefe bölümünde standart bir kaynak olarak kabul edilir. Descartes’in matematiğe katkısı da çok belirgindir. Uzaydaki bir noktayı bir numaralar seti olarak işaretleyebilmeyi ve cebirsel denklemleri iki boyutlu koordinat sisteminde geometrik şekiller olarak göstermeyi sağlayan Kartezyen koordinat sistemi, ismini Descartes’ten alır. Cebir ve geometri arasında bir köprü olan, sonsuz küçükler hesabı ve analizi için elzem olan, analitik geometrinin de temellerini Descartes atmıştır.

Descartes en başta Allah’ın yaratma eylemindeki mutlak özgürlüğü olduğu fikrini temel alarak buradan hareket eder.

Nerdeyse herkesin duyduğu ya da duyması gerektiği şu söz Descartes’e aittir: “Cogito ergo sum (Düşünüyorum öyleyse varım).”

Descartes ise felsefeyi bir ağaca benzetir, metafiziği köke, fiziği gövdeye, tıp, mekanik ve etiği ise bu gövdeden yeşeren dallara benzetir. Orta Çağ’da mantık ve diyalektik önemli olmasına rağmen Aristoteles mantığı yerine kesinliğinden ötürü matematiğe yönelerek matematiksel metodu felsefeye uygulamaya çalışır. Ona göre “her şey matematiğe göre işler.”İnsan zihnindeki kavramları doğuştan gelenler (ideae innatae), duyular aracılığı ile dışardan gelenler ve insan tarafından yapılmış idealar biçiminde üçe ayırır.

Descartes, önce şüpheyle başlarsa da, hemen hızlı bir şekilde şüphesini durdurur ve yetkin varlık olan Allah’ın aklı yarattığını ve en yetkinden en yetkin bir eser olarak da aklı görür. Allah aklı insana en uygun ve en mükemmel bir şekilde vererek, Dünya’ya göndermiştir. Descartes şu görüşü net olarak belirtir: “Allah , kullarının hata yapmasını sevmez, işte o nedenle aklı kendilerine vermiştir.”

Akıl Tanrı’nın bir lütfu ve ışığıdır. “Düşünüyorum, o halde varım” sözü de zaten bu ışığın en baştaki yansımasıdır. İnsan kendisinden şüphe etmemektedir. Çünkü vardır. Var ise o varlığı yaratan bir Varlık (cc) da vardır.

Descartes, cevheri (töz) var olmak için kendinden başkasına muhtaç olmayan şey olarak tanımlar. Bu vasfı haiz olan tek varlık Allah’tır. O hakiki ve sonsuz cevherdir. Tanrı’dan başka bütün cevherler yaratılmış olduğu için onlar sonlu cevherlerdir. Maddi cevherlerin (cisimler) temel özelliği yer kaplamasıdır. Ancak, bu özellik Allah için sözkonusu olamaz. Buradan çıkan en kesin sonuç şudur: İnsanlar, Allah’ı zat olarak asla anlayamazlar, ancak sıfat olarak bilebilirler.

Descartes’e göre de her olup bitenin bir sebebi vardır ve tüm hareketlerin ilk sebebi Allah’tır. Allah kainatı, ezelde belli bir hareket düzenine göre yaratmıştır. Allah isterse bu düzeni tersine de çevirebilir. Ancak Allah kullarını asla aldatmaz. Kainattaki kurallar ve sistem Allah’ın iradesinin eseridir. İradesiz bir sistem olmaz. İradesizlik kaos’tur, halbuki kainatta kaos yok kozmos (uyum) var.

Descartes insanı noksan ve zayıf görür. Bu şekildeki özelliği olan insan kendi kendisinin sebebi olamaz.

Descartes ruhun sadece insanda bulunduğunu savunur. Ruhun en temel özelliği düşünmedir. Ruh (res cogitans) taşımayan hayvanlar tam anlamıyla birer makine gibidir. Hayvanların davranış ve hareketleri tamamıyla düşünsel değil tepkiseldir. Halbuki insanların hareketleri düşünseldir.

İnsanlar düşünsel oldukları kadar makul ve mantık üzere yaşarlar, tepkisel hareketler yaptığı ölçüde de hayvanlaşırlar. Daha doğrusu hayvanlar gibi olurlar.

(Yazımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah.)

Ahmet SANDAL