Cumhuriyet: Kısaca egemenliğin millete ait olduğu rejimin adıdır. Kendini yönetecek olanları oy vermek sureti ile millet seçer. Millet egemenlik hakkını temsilcileri vasıtası ile kullanır. Bu temsilcileri seçmek için belli aralıklarla seçim yapılır. Böylece parlamento oluşur. Bu parlamento yasama gücünü elinde tutar. Bu durum egemenliğin parlamento vasıtasıyla millete ait olduğunu gösterir. Yine parlamento kendi içinden bir hükümet çıkarır. Meclisten yeterli güvenoyu alındığı takdirde bu hükümet yürütme (icra) işlerini eline alır ve işe başlar. Meclis istediği zaman hükümetin görevine son verebilir. 
Yürütmenin teşkili, başkan veya başbakan seçilmesi rejimin özüne değil ayrıntısına müteallik konulardır.
Yürütmenin başı sayılan Cumhurbaşkanı meclis tarafından seçilir. Cumhurbaşkanı devlet kurumları arasındaki işleyişi ve koordinasyonu sağlar. 
Tarihte ilk Cumhuriyet örneği Roma imparatorluğu döneminde görülür. Kendilerine Patris denilen ve Romanın yerlileri sayılan bir zümre oy vererek bir konsül seçerdi. Zümre egemenliğine dayandığı için oligarşiye daha yakın bir rejim idi.

Daha sonra yeniçağda İtalya şehir devletlerinde uygulandı. Zamanla diğer Avrupa devletlerine de yayıldı.
Cumhuriyet bir yönetim şeklidir. Esas olan yönetimde cumhurun söz sahibi olması halk dışındaki güç odaklarının yerini ve konumunu buna göre belirlemesidir. Ne var ki bunu sağlamak zordur. Çünkü elinde medya, sermeye veya silah olduğu için kendisini güçlü gören bazı güç odakları iktidarı seçilmiş hükümetlerle paylaşmak hatta güçleri yeterse onların da üzerine çıkmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Rejimlerin adı ve şekli önemli değildir. Asl olan uygulamadır. Bu anlamda monarşi ile yönetilen İngiltere pek çok demokratik görünen ülkeden daha demokratiktir.
Demokrasi: II. Dünya Savaşından sonra dünyada yönetim biçimi olarak demokrasi tercin edilmeye başlamıştır. 1946 yılında Türkiye de bu gelişmeye ayak uydurmuştur. 60 yıldan beri devam etmektedir. 

Demokrasi kısaca şöyle tarif edilebilir; ülkede var olan farklı görüş veya eğilim sahiplerinin siyasi partiler aracılığı ile örgütlenerek ülke yönetimine talip olması, halkın belirlediği tercihler doğrultusunda parlamentonun ve iktidarın oluşması.

Siyasi partiler demokrasinin en temel kurumlarıdır. Her görüş kendini temsil edecek bir parti kurabilir. Ama hiç kimse ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne zarar verecek bir parti kuramaz. Kursa bile Başsavcının isteği doğrultusunda Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılır.
Batıda demokratik gelenek sınıf mücadelesine karşı bir çare bir çözüm yolu olarak kullanılmıştı. Her sosyal sınıf kendi gücü ve oyu oranında parlamentoda temsil edilirse uzlaşma sağlanır diye düşülmüştür.

Bundan yola çıkarak temsili demokrasiden parlamenter demokrasiye oradan da çoğulcu demokrasiye geçen ülkeler oldu. Amaç azınlığın çoğunluk tarafından ezilmesini önlemek idi. Demokrasi birey ve hakları önemsendiği için tek bir kişinin bile sistem dışı kalmamasına özen gösteriliyordu. Birey hakları ve özgürlüklerin genişletilmesi amacı ile Avrupa merkezli yürütülen çabalar Katılımcı demokrasi denilen bir noktaya gelmiştir. İsteyen insanlar örgütlenerek Sivil Toplum Kuruluşları oluşturabilir ve bu kanaldan demokratik haklarını savunabilirdi.

Türk demokrasisi daima iç ve dış vesayet odaklarının gölgesinde yaşamış, ardı arkası kesilmeyen müdahaleler görmüştür. Kendisini elit veya seçkin gören insanlar veya zümreler halkın tercihinden çoğu zaman hoşnut kalmamışlardır. Bu yüzden bu tercihi etkilemek için zaman zaman terör, kaos, ekonomik kriz gibi yöntemlere başvurmuşlardır.

 

Maraş Pusula Haber - maraspusula.com / Yazar, Şevki Karabekiroğlu