Üzerimizde baskı olduğu ve her anlamda yokluk yaşandığı dönemlerde daha iyi insanlar olduğumuzu, imanımızı muhafaza ettiğimizi, şimdilerde ise varlık ve iktidar savaşında islamımızı, insanlığımızı kaybettiğimizi söyleyenlerin sayısı bir hayli fazla. Bazen bu kervana ben de dahil oluyorum. Özellikle siyasetçilerden başlanır, sonra sırasıyla işadamlarına, koltuk sahiplerine, vakıfçılara ve gençlere geçiş yapılır, herkes ayrı ayrı eleştirilir, karamsar tablolar çizilir ve “ah, vah” edilerek defter kapatılır.

Her dönemin imtihanı ayrı olduğu gibi, her dönemde yönetenlerle yönetilenlerin, fakirlerle zenginlerin, gençlerle yaşlıların imtihanı da ayrıdır. Herkesten balığın karnında yaşaması, kuyulara atılması, zindanlara kapatılması, bedeninin demir taraklarla taranması, çölün sıcak kumlarında kırbaçlanması beklenemez. Her çeşidiyle varlık da, yokluk da insanlar üzerinde dolaşır.

Hz. Yusuf’la kardeşleri, aynı dönemin farklı sınavlarını yaşayan insanlardır. Burdan şuraya gelmek istiyorum. Hepimizin Peygamberler dönemini, asr-ı saadeti görmemiz mümkün olmadı. Hoş, o dönemde yaşasaydık, nasıl biri olurduk onu da bilmiyoruz ya! Ancak, en zor zamanlarda yaşanan Müslümanlığı örnek vererek, sürekli keşkelerle yaşamak ve takılıp kalmak doğru değildir.

Artık Hz. Eyyüp iyileşti, Hz. Yusuf hazinenin başına idareci oldu,  Mekke fethedildi, Yetim Muhammed devlet başkanı oldu, kölelerin fakirlerin komutanlar ve valiler olarak atamaları yapıldı, Salebe çok zengin oldu vs. vs. Bu değişikliklerden sonra kaybedenler de oldu, kazananlar da…

Sürekli gençlerin içerisinde olduğum için, güzel yaşantısıyla, inancıyla imrendiğim, gurur duyduğum, pırıl pırıl gençlerin varlığına şahit oldum. Hem de günümüzde… Yine imanının ziyadeliği; yüzüne, davranışlarına yansıyan valiler ve bürokratlar gördüm. Memleketine hizmet için gece gündüz koşan, kul hakkına dikkat eden, gayretli siyasetçilerin varlığına şahit oldum.

Yakın zamanda, tanınan işadamı bir dostum, yardım etmek istediği bir fakirle ilgili araştırma görevini bana vermişti, ben gerekli araştırmaları yaptıktan sonra yapacağı yardımı da benim aracılığımla yapmayı tercih etmişti. Böylece sağ elin verdiğini sol el duymayacak şekilde yardım yapmayı hedefliyordu. Ayrıca bu varlıklı dostumun, gariban mahalleli komşularına, arkadaşlarına sahip çıktığı ve onları ziyaret ettiği de bilgilerimin arasındaydı.

Nutuklar atmak, niyetler okumak, eleştirmek, en kolay işlerdendir. Zor olan, sessiz sedasız, elden geldiğince, samimi bir şekilde, Allah için çalışmaktır. Yaşadığımız haksızlıklar karşısında elbette “susalım.” demiyorum. Yeri ve zamanı geldiğinde, hak yerini bulsun diye canımızı bile ortaya koyalım. Ancak günlük yaşantımızın ayrıntılarında, alışverişlerimizde, davranışlarımızda, tekliflerimizde, isteklerimizde, tercihlerimizde, iş ve işlemlerimizde, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Enes ve benzerleri gibi olmak zorundayız.

İktidarı, siyaseti, ağız dolusu eleştirdiği, haksızlıklar ve torpiller konusunda iktidara saatlerce veryansın ettiği halde, yeğenini ya da çocuğunu, adaletsiz ve hakkaniyetsiz bir şekilde işe girdirenleri gördüm. Dilinden “helal kazanç” ifadesini düşürmediği halde, devlet malını deniz gibi görenlerin, ihaleye fesat karıştıranların ellerinde tesbih, çenelerinde sakalla, koridorlarda dolaştıklarına, telefonla sağı solu aradıklarına şahit oldum.

Velhasıl, ağlamanın sırası değil. Her dönemde Kabil, Ebu Cehil, Ebu Leheb, Firavun, Nemrut olacağı gibi, Habil, Hz. Hamza, Hz. Süleyman, Hz. Ömer de olacak. Önemli olan herkesin kendisini ve sorumlu olduklarını kurtarmaya çalışmasıdır.