Belki çocukluğumdan itibaren beynime işlenenler, belki de kalûbelâ'da verdiğim sözler, sebebi her ne olursa olsun, dünya ile aram sürekli bozuk oldu. Hep yadırgadım yerimi. Kendimi kandırılmış, aldatılmış olarak görmekten bir türlü kurtulamadım. Dünya, dostluğunu ispatlamak için ne kadar güler yüz gösterse de, akla hayale gelmeyecek ikramlarda bulunsa da, bana hiç inandırıcı gelmedi. Kendimi sığıntı gibi görüyor, gerçek yerimin burası olmadığını düşünüyorum hep. Hatta daha ileri gidiyor, Dünyanın masum görünen yüzünün arkasında çok büyük aldatmacalar, tuzaklar olduğu fikrine kapılıyorum.

Gözümün önüne, kendisine âşık olanları getiriyorum. Birbirlerine neler vermemişlerdi ki! Birisi diğerine ömrünü, gençliğini, gücünü, kuvvetini, enerjisinin tamamını verirken, diğeri de altta kalmamış, ona bütün nimetlerden bol kepçe tattırmıştı. Ama işte sonuç ortadaydı. Ortada güçten, kuvvetten, gençlikten eser kalmadığı gibi, verilen dünyalıkların tadı tuzu da kalmamıştı. Sonunda kucaklaşarak yatmak zorunda kalmışlardı. "Alan da veren de razı mıydı?" ondan da emin değildim.

"Dünya masum mu yoksa?" diye sormak geliyor içimden. Tabi ya, ne yaptıysa insan yapmıştı, tadında bırakmamıştı, elde edemeyeceğini bildiği halde sevdalanmış, gözü bir şey görmez olmuştu, onu elde etmek için öyle şeyler yapmıştı ki, zaman zaman yaptıklarına kendisi bile inanamamıştı. Halbuki o, kime yâr olmuştu ki kendisine olsundu. Nitekim, dünyanın kendi aşıklarından zamanla nefret ettiği rivayetleri kulağıma geliyordu. Kendisine adeta tapanların; misafir olduklarını unutmaları, azgınlıkları, zulümleri, hırsları, yalanları, sahtekarlıkları, ikiyüzlülükleri, kabalıkları, yavaş yavaş onlardan soğumasına sebep oluyordu.

"Buldum" diye sevindim. Hakikaten de dünyanın görevi vermekti. Kim ne kadar isterse, ona o kadar veriyordu. Hiçbir suçu yoktu onun. Tercihi, yapanların düşünmeleri gerekiyordu. Rahatladım. Bazı insanların toprağa gömülmesinden dolayı; dünyanın gizli gizli ağladığını, onları dışarı atmak istediğini duyuyordum. Çok haklıydı ama onların, yerin üstünde gezmeleri daha kötüydü.

Nihayet kendime de bir yer bulacağım diye sevindim. "Dünya o kadar da kötü değilmiş, hatta biraz da şirin mi görünüyor ne?" diye geçirdim içimden. Anlamıştım, aslında dünya, kendisine aşık olanları sevmiyordu. Onun sevdikleri, misafir olduğunu unutmayanlar, adabınca, usulünce davrananlar ve tekrar misafirhaneden alnı ak olarak ayrılanlardı. Böylelerini, kendisinden faydalansalar da, faydalanmasalar da seviyordu. Demek ki o toprakların; şehitler için sevinç gözyaşı döktükleri çok doğruydu.

Artık çok rahatım. Dünyaya düşman değilim. Bana verdiklerinin tamamının geçici olduğunun ve gerçek adresimde rahat edebilmem için imtihan olarak verildiğinin farkındayım.

Ve anladım ki, onu Yaratan'a aşık olmak kesin çözümdü. Sonsuz hayatın sahibi, bütün kainatı yaratan, bizleri annemizden daha çok şefkatle bağrına basan, bilip bilmediğimiz bütün kötülüklerden muhafaza eden ve çok güçlü olan Allah'a teslim olmaktan başka çare yoktu.

Ey Allah'ım! bizleri senin yolunda aşıklar eyle. Senin için gözyaşı döken, coşan, sevinen, çırpınan kulllarından olmayı cümlemize nasip et.