Tarih kendiliğinden tekerrür etmez. Tarih benzer sonuçlara ulaşmak için benzer oyuncular tarafından tekerrür ettirilmeye çalışılır. Tarihi iyi bilenler bu çukura düşmez... Tarihi bilmeyenler hep yeni bir sahne, yeni bir oyun izlediklerini zanneder. Oysa sadece sahne ve oyuncular değişmiştir. Senaryo aynıdır. Oyunla ulaşılmak istenen sonuç da aynıdır. Hani hep yüzyıllık planlardan bahsederiz ya işte öyle bir planın farklı versiyonları ile oynanır oyunlar.

Eski doğanlar, yeni doğanlara her şeyi aktaramazlar. Kitapların arasında saklanmış bilgilerden ona ulaşanlar derin okumalarla dünle bugünü karşılaştırmaya başladıklarında görürler temcid pilavını.

Tarih eğer doğru aktarılırsa bir film gibi gelecekten ipuçları da verir insana. Ancak onun çoğu insanın düştüğü bir tuzağı da vardır. Milli ruhtan yoksun, salt bilgi amaçlı ve hazine avcısı ahlakıyla okuyanları acımasızca kendi içine çekip tarihte olan bitenle, tarihin kahramanlarıyla ve onların hayaletleriyle savaşa çeker.

Bir de bakmışsınız ki tarihin derinliklerinde olan bitenle savaşa girmiş bir yığın insanla karşı karşıya gelirsiniz. Tarihin derinliklerine dalıp onu bir zengin bir kaynak olarak görmeyip onlarla savaşa başlarlar. Çok az insan bunun farkında olarak geri döner ve orada olup bitenlerden dersler çıkararak yoluna; geleceğe yürümeye devam eder.

Bugün sadece İslam Coğrafyası değil bütün diğer inanç coğrafyaları da benzer bir tuzağın girdabındadır.

İnsanoğlu, tarih meydanında yaşanmış, kazanılmış tüm değerlerin sadece kendine ait olduğunu ispat kimi zaman hemen onun yanı başında olduğunu iddia ederek, kimi zaman o değerlerle çatışarak ve çarpışarak bir birini tüketmeye devam eder. Tarihin zehrini içerek bunu fark eden kötü niyetlilerin ellerinde birer mumya savaşçısı olarak diğer mumyalarla birlikte oyuncak haline gelirler.

Oysa tarih onlara eşsiz bir hazine sunmuşken onlar, hırslarının, açgözlülüklerinin, bilgisizliğin ortaya çıkardığı hizipçilikle bunun farkına varmadan kendileri de tarihin dehlizlerinde kaybolurlar.

Tarihin bizden beklediği sunduğu bilgilerden yola çıkarak, onu bir ışık huzmesi gibi kullanıp tarihin kıskacına sıkışmadan, istikbale yürümemizdir. Bu hassasiyetle yeni bir sayfada yer almada mahir olmamızdır. “Benim dedem, senin dedeni döver” duygusallığından uzak, ecdadın yaşanmışlıklarını, devam eden medeniyet inşası üzerine hem eskisine benzeyen hem de geleceğe bakan yönüyle belki daha muhkem bir medeniyet inşa etmesidir.

Tarihi mekânlarda gezerken hayran hayran ve hayret hayret baktığımız eserlerin elbette bize ait olduğunu bilmek ve bunu dile getirmek gurur vericidir. Faka bu gurur bizde diğer eserlerin reddine yol açmasına izin vermemek “bunlar üzerine ben daha fazladan ne koyabilirim?” sorusunu sormamıza yardımcı olacak bir övünme olmalıdır.

Hatırası hayalinden çok olanın ölüme yaklaştığını herkes bilir. Ölümsüzlük tarihe mal olmak ise bizi hatıra yapabilecek eserlere imza atarak tarih sayfalarına yeni övünç sahneleri koymak bizim boynumuzun borcudur.

Tarihte olup bitenle, başkalarının yaşanmışlığının yazıldığı tarihle savaşmak, “yel değirmenleriyle” savaşmaya benzer ve tek galibi, değirmenin hemen ötesinde bu durumun farkında olanlardır.

Medeniyet temeli yüzyıllar önce atılmış devasa fikirleri çarpıştırarak değil; o fikirleri de heybemize alarak o temel üzerinde yükselmiş düşünceler üzerine yeni şaheserler inşa ederek gerçekleşebilir.

Yüzyıllık planlar, onların mimarlarıyla cebelleşerek değil onları planları kavrayarak ve yeni mimarlar yetiştirerek mümkün olabilir. Dersler alarak, yeni konulara hazırlıklı olarak medeniyet okulunda, dersimize iyi çalışmakla mümkündür. Aksi halde geçmişi kavrayanların, tarihiyle barışık olanların, onu bir değer olarak gören medeniyet mimarlarının elinin altında kendileri için kurdukları medeniyet şantiyesinde bir malzeme, bir harç olmak zorunda kalabiliriz. Daha da beteri; o şantiyede amele olarak çalıştırılan köleler olarak yaşamak zorunda kalabiliriz.

Efradını cami ağyarını mâni bir ifade ile “bir Müslüman aynı delikten iki kere ısırılmaz” diyen Hz. Peygamber’in mirasçıları olarak; tüm İslam dünyasını, İnsanlık alemini huzursuz edenleri, bunların kimliklerini, tarih boyunca Türk Milletine ve İslam Coğrafyasına yaşattıklarını, oynamaya oynatmaya çalıştıkları oyunun kurallarını, ihanet için kullandıkları maşalarını tanıyarak medeniyet inşası yolunda yürümemiz gerekir.

Sözün özü; mezhebi kavgalardan tekke cebelleşmelerinden, medrese ayrımcılıklarından ideolojik farklılıklardan nemalanarak, ipleri dışarıda, kendileri inlerinde fitne üreten figüranların zehirli salyalarına maruz kalmamak için “millî vakar, millî duruş ve millî ahlak ve millî kimliğimizle, bir birimize sımsıkı sarılıp “insanlığı da kurtaracak olan medeniyetimizin inşası için daha çok çalışmamız farz-ı ayndır. 

Ya tarihimizde yazılanlara yeni bir sayfa ekler ve kendi kalemimizle dünyaya tarih yazarız ya da başkalarının yazdığı tarih sayfalarının bir köşesine yazılmış bir derkenar oluruz.

Kâmil “insandan” beklenen bir gözün gördüğüne aldanıp, diğer gözü kör etmeden “biri ile geçmişe diğer ile geleceğe bakabilme ferasetidir.”

 

Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com / Yazar Nadir Yıldırım