Birkaç gün önce Milli Eğitim Bakanlığında üst düzey bir bürokrat “Başkan”, “Sosyal bilimler liseniz var, “Yedi güzel adam yetişiyor mu?” diye sordu?

Aslında diyordu ki; milyon trilyon bütçelerle konforundan taviz vermediğimiz yeni binalara, yenisini istiyorsunuz ama gaz lambası ışığında okuduğu cümlelerden ruhuna attığı tohumlardan şiirler açan çocuklar var mı? Altı delik ayakkabısından sızan kar suyunun yaktığı ayak parmakların acısına rağmen elindeki simidi paylaşan koca yürekler var mı? Lastik ayakkabısını yastığının altına koyup yeni kokusuyla hülyalara dalan mutlu gençler var mı? Üç-dört kişinin paylaştığı tahta sıralarda büyüyen kardeşler var mı? Parmağından kısa tükenmiş kalemiyle yazan arkadaşına kalemini kırıp paylaşan yazarlar var mı?

Doğru ya kandil lambasından, lastik çarıktan, soğuk yanaktan, kaba yerini nasırlaştıran sıradan, tozlu kara tahtadan, dip dibe dört kişi oturulan sıralardansoran, sorgulayan, merak eden, araştıran, düşünen, tefekkür eden, idealist, üretken, yenilikçi, yaratıcı, okuyan, yazan, girişimci, mucit, sanatçı, millî ruha, evrensel akla sahip,  insanlar yetişti tarih boyu.

Gaz lambası yerine floresanlar, kara tahtalar yerine akıllı tahtalar, sobalar yerine kaloriferler, yürüme mesafesine servisler, cicili bicili kitaplar, defterler, kalemler, çantalar vs. vs. aldı ve eğitimin gözdeleri(!), olmazsa olmazları artık;           

Tükenmeyen kalemlerimiz vardı ama yazamaz olduk.          ,

Altı delik olmayan konforlu ayakkabılarımız oldu ama yürüyemez olduk.

Süper market kantinlerimiz oldu ama paylaşamaz olduk.

Bir öğrencim akıllı tahtalar kurulduğunda henüz tam olarak kullanamayan bir öğretmeninden dert yanarken “hocam, tahtalar geldi ama aklı gelmedi” demişti.

Bu yeni tasarımda dünyayı değiştiren dâhilerin de yetişmesi gerekirdi.

Ama olmadı!

Yüzlerce yıl bu tarladan başak yetişmedi! Bu bahçede çiçek açmadı! Fidanlar ağaca, ağaçlar meyveye durmadı! Yetişenleri ya dolu vurdu ya kar. Ya soğuk vurdu ya bahçıvan tırpanladı. Ya yaban otları daladı ya da komşunun sürüsü talan etti.

Aslında hepimiz el âlem duymasın diye, aynı soruyu sessizce sorduk, mırıldandık:

Gözde liselerimiz; Anadolu, Fen, Sosyal Bilimler, Sağlık Bilimler, İmam Hatip, Güzel Sanatlar ve Spor Liselerimizden ve bunların ilgili fakültelerinden dünyanın yönünü değiştiren, kaç bilim adamı, düşünür mezun ettik?

Bizim Mimar Sinanlarımız, Farabilerimiz, İbin Haldunlarımız, Harezmilerimiz, Birûnilerimiz, Ali Kuşçcularımız, İbin Sinalarımız ve diğer dünyanın çocukları Einsteinlarımız, Teslalarımız, Edisonlarımız, Galileolarımız, Aristolarımız vs. vs.nereye saklandılar…Bunlara benzeyen yakın çağda, kaç kişiyle canlı kanlı görüp tokalaştık?

Dünya bilim tarihinde yaşatıla ve bizim övündüğümüz isimlere nispet “boynuzun kulağı geçtiği”,kaç halef yetiştirdik?  “Aaa, bu da benim hocam!” dediğimiz,  anılan ve ilk 100’e giren,kaç bilim adamımız oldu?

Gerçekten, milyon trilyon bütçelerden sonra, biz  “hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”nun hangi bilen tarafındayız?  “Siz hiç düşünmez misiniz? ”inhangi düşünenlerindeniz?

Bizim güzel adamlarımızın sayısı neden yedi? Yedi yüz değil, bin yedi yüz değil?

Ağzımıza pelesenk olmuş bir mecaz: “Teori ile pratik aynı değil. Okullarda öğretilenler, gerçek hayattan farklı.” Bunu büyüğünden küçüğüne her makamdan duyarsınız.

Madem böyle, gerçek hayatla ilgisi olmayan sahte bilginin neden hamallığını yaptırıyoruz, neden okutuyoruz? Ya da aksi durum ki bunu düşünemiyorum… Sadece teorik olsun diye mi? Bizler “mış” gibi yaşıyoruz, yazanlar çizenler mi “mış” gibi yazılo çiziyor.

Yunus’un dediği gibi, “… bu nice okumaktır!”

Son cümleye değil de belki de başa konması gereken P. Senge’nin manidar tespiti anlayana çok şey anlatıyor: “Bir organizasyonun öğrenme isteği ve kapasitesi, kendi mensuplarınınkinden daha büyük olamaz”[1]

Gerçekten aklın neresindeyiz?

 

[1] Peter M. Senge, Beşinci Disiplin, YKY Yayınları, İstanbul, 2013

 

Maraş Pusula Haber - www.maraspusula.com / Yazar Nadir Yıldırım